Bugün Müslüman Olmak Neden Üretim Araçlarının Kamusallaştırılmasına Yönelmeyi Gerektirir?

Arkadaşımız Arif Karaçam müslüman sosyalistler tartışmasında yeni bir başlık açıyor. Modern üretim araçlarının ortaya çıkarttığı eşitlik problemine müslüman olarak bir yaklaşım geliştirmeyi önerdiği bu yazısını ilginize sunuyoruz.

 

Daha önce “Müslüman Sosyalistlerin Kuramsal Ödevi” başlıklı bir yazı yazmıştım[1]. O yazıda bir çeşit “İslami sosyalist” kuram geliştirmek isteyen kişilerin bazı açıklamalar temin etme ödeviyle yüklü olduğunu ifade etmiştim. Bu yazıda, iki tip açıklamaya ilişkin birer argümanı konu edineceğim. İlk olarak, Müslümanların neden eşitlikçi olması gerektiği hakkında önceki yazıda küçük bir not halinde verdiğim argümanı yineleyerek çarpıcı olduğunu düşündüğüm bir örnekle biraz daha somutlaştıracağım. Ardından, bu eşitlikçiliğin neden günümüzde üretim araçlarının özel mülkiyetiyle çelişki içerisinde olduğunu açıklayan bir argümanı göstermeye çalışacağım.

Önden kısaca sıkıcı bir not düşeyim. Kuşkusuz bu yazıda yeni bir şey söylediğimi iddia etmiyorum. Yalnızca çok önceden beri yapılan analiz ve argümanları özellikle basitleştirilerek indirgenmiş ve tam da bu sebeple kusurlar barındırabilecek bir şekilde tekrar etmeyi amaçlıyorum. Bu kısacık yazıda gerçekliğin tamamını, toplumsal işleyişin çoğunu ve hatta öne sürdüğüm argümanların en iyi açıklamasını yakaladığımı iddia edemem. Bu yazının bir kıymeti varsa bu olsa olsa basitliğinde olabilir.

İslam Neden Eşitliği Gerektirir?

Önceki yazımda geniş anlamda İslam ile eşitlikçiliğin ilişkisini henüz ontolojik seviyeden kurmak gerektiğini düşündüğümü ifade etmiştim. Uzun uzadıya tekrar etmeyecek, sadece kısaca özetlemeye çalışacağım: İslam’ın teolojik çekirdeğinde yer alan en temel düşüncenin tevhid inancı olduğu açıktır. İnsanların tek bir Tanrı’dan başkasına kul olmasını engellemek istiyorsak yeryüzü ilahlarının peyda olmasını engellemeye çalışmalıyız. Daha önce de demiştim; kimse bilgi, siyasi nüfuz, askeri kapasite ya da servet gibi bir güce dayanan bir iktidara sahip olmadan ilahlık taslayamaz ve başkalarını kullaştıramaz. Öyleyse tüm bu ve benzeri alanlardaki (en azından) radikal eşitsizliklerin giderilmesi tevhid inancının toplumsal hayattaki mantıksal bir sonucu ve zorunlu bir gereğidir.

Bu yazıda bu argümanı kullanmayı sevdiğim bir örnekle biraz daha somutlaştırmak istiyorum. Sanırım Elon Musk şu anda yeryüzünün en zengin kişisi olarak gösteriliyor. Servetinin 277 milyar dolar olduğu ifade ediliyor. Musk, bana servetinin üç yüz binde biri olan 923 bin dolar verse herhalde kendisi bunun etkisini fark etmezdi bile. Fakat benim hayatım baştan sona değişirdi. Bir daha ömrüm boyunca çalışmama gerek kalmazdı. Kendim ve yakınlarım için en kaliteli eğitim, sağlık, adalete erişim, gıda, barınma, giyim, ulaşım ve eğlence olanaklarına kavuşurdum.

Aslında bu çok çarpıcı bir durum oluşturuyor. Dinsel anlatılardaki Nemrut’un ilahlık iddiasını hatırlayın. Nemrut, birisine önce ölüm cezası verip sonra affetmesini o kişiye yaşamı ve ölümü verebilmesi olarak resmediyor ve bunu kendi ilahlığının delili olarak gösteriyordu. Musk’ın avuçlarının arasında tuttuğu güç de buna benziyor. Kendi hayatında hiçbir ciddi değişikliğe sebep olmadan aramızdan seçtiği birçok kişinin hayatını baştan sona değiştirebilir. Acılarımızın çoğunu dindirebilir, kaygılarımızı giderebilir, ömürlerimizin sonuna kadar büyük bir zevk ve şatafatla yaşamamızı sağlayabilir. Bu gücü ilahlık taslamak için hiç kullanmasa da bu gücün böyle kullanılma kapasitesi var. İçinde yaşadığımız iktisadi sistem Musk’ın ilahlık taslayabileceği denli radikal bir eşitsizliğe sebebiyet vermekle kalmıyor, tam da bu tip bir eşitsizliğe dayanıyor. İslam’ın özüne bundan daha aykırı çok şey olduğunu sanmıyorum.

Bu Eşitlik Neden Bugün Üretim Araçlarının Kamusallaşmasını Gerektirir?

İslam’ın eşitlikçi doğasının açıklanması daha kolay olan kısım olduğunu düşünüyorum. Daha zoru, neden bu eşitlikçiliğin bugün üretim araçlarının kamusallaşmasını gerektirdiği sorusu. Bu soru şöyle de ifade edilebilir: Neden bugün eşitliği sağlamak için üretim araçlarının en önemli kısmının önemli derecede kamusal ve demokratik kararın konusu olmasını sağlamalıyız[2]? Kanaatimce bu sorunun cevaplanması, neden sözgelimi Hz. Peygamber zamanında üretim araçlarının özel mülkiyet konusu olmasının bugünkü seviyede bir sorun yaratmadığını da biraz olsun göstermeye aday olabilir.

Bu yazı kapsamında bu soruya cevap olarak göstermeyi denediğim argümanı tanıtabilmek için öncelikle bu argümanın merkezinde yer alan iki bileşen hakkında konuşmamız gerekiyor: Büyük ölçekli üretimin verimliliği ve 18. yüzyıldan sonra üretim ölçeğini muazzam seviyelere çıkaran teknolojik yenilikler.

Büyük Ölçekli Üretimin Verimliliği ve Teknolojik Olanakların Üretim Ölçeği Üzerine Etkisi

Neden bugün eşitlikçi bir toplum kurmanın üretim araçlarının kamusallaşmasını gerektirdiği sorusunun olası cevaplarından birini türetmek için üç kavram üzerinden düşünelim: Eşitlik, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve büyük ölçekli üretim. Bunlardan ilk ikisi için ilave bir açıklamaya gerek görmüyorum. Bu yazı için anahtar niteliğindeki üçüncüyle, yani büyük ölçekli üretimleyse, daha fazla sermaye yatırımı, daha çok makine, daha çok işçi, daha profesyonel iş bölümleri, daha ileri teknikler vb. aracılığıyla üretim yapan firmanın üretim kapasitesinin daha büyük olmasını kastediyorum.

Aslında üretimin ve piyasanın işleyişine biraz olsun aşina olan herkes şu basit gerçeğin farkındadır: Genellikle, daha büyük ölçekli üretim yaptıkça üretilen ürünün birim maliyeti düşüş göstermektedir. Dolayısıyla büyük firmalar küçüklere göre çok daha avantajlı pozisyonda bulunuyorlar. Bunun tam olarak hangi mekanizmalarla böyle olduğu bu yazının tartışma konusu değil[3]. Şu konuda mutabakatımız varsa devam etmek için yeterli: Aynı ürünü çok daha fazla sayıda üreten (sözgelimi iki bin işçinin çalıştığı) bir işletme o malı daha az sayıda üreten (mesela beş kişinin çalıştığı) bir diğerine göre birim bazında daha düşük maliyetlerle üretim yapabilir. Günümüzde bunun getirdiği rekabet avantajıyla mesela marketler bakkalları, zincir marketler marketleri, e-ticaret bazlı ulusal perakendeciler zincir marketleri, uluslararası e-ticaret bazlı perakendecilerse ulusal perakendecileri piyasadan tasfiye etme eğilimindedir.

Bu büyük ölçekli üretim kavramını teknolojik yenileşmenin getirileriyle birleştirerek düşünmeye devam edelim. Sanayi devriminin ve daha sonrasında iletişim ve ulaşımda meydana gelen yeniliklerin getirdiği olanaklar sayesinde 18. yüzyıldan itibaren eskiye nazaran çok daha büyük ölçeklerde üretim yapılmaya başlandığını hepimiz biliyoruz. Bugün mal ve hizmetlerin herhalde en önemli kısmı binlerce işçinin çalıştığı fabrikalarda ya da sözgelimi Amazon gibi on binlerce işçinin çalıştığı karmaşık üretim sistemlerinde üretiliyor.

Dolayısıyla, söz konusu teknolojik olanaklar 18. yüzyıldan sonra üretim ölçeğinde muazzam bir sıçramaya sebebiyet vermiş durumda. Teknolojik devrimlerin bir sonucu olarak bugün kısıtlı sayıdaki merkezde eskiden hayal bile edilemeyecek kadar çok ürün üretiyoruz. Sanırım bu durum geçmişle bugünü ayıran en önemli unsurlardan birini teşkil ediyor. Tam da kapitalizmin doğmasının maddi koşullarından olan modern büyük ölçekli üretim, işlerin geleneksel dönemden çok daha farklı işlemesine sebebiyet veriyor.

Üretim, iletişim ve ulaşımdaki teknolojik yenilikler daha önce bulunan doğal sınırları adeta tarumar etti. Eskiden hiçbir üreticinin Arjantin’den aldığı hammaddelerle Tayvan’da ürettiği ürünleri Kanada’ya pazarlaması mümkün değildi. Teknolojik gelişmelerden önce üretim kapasitesini büyütmenin belli doğal sınırları mevcuttu. 18. yüzyıldan sonra bu geleneksel sınırların aşamalı bir şekilde önemsizleşmesi ve üreticilere çok daha geniş bir büyüme alanı bırakmasıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Tam da bundan dolayı, üretim ölçeği büyüdükçe verimliliğin artması kuralı bugün eskisinden çok daha sistematik ve etkili bir tekelleşme sürecini işletiyor. Bugün büyük balıklar eskiden olanın aksine tüm denizi kaplayacak kadar büyüme olanağına sahip ve elbette yine küçük balıkları yiyor. Piyasa kendi haline bırakıldığında her sektör aşamalar halinde bir ya da birkaç büyük aktör tarafından kontrol edilmeye doğru ilerliyor. Üretimin yönetimi gitgide daha az kişinin eline geçiyor. Bu merkezileşme ve birikim piyasaya giriş maliyetini de astronomik boyutlara çekiyor. Dolayısıyla artık herhangi bir kişinin piyasaya girmesi olanaksız hale geliyor. Üstelik, o piyasada küçük üretici olarak çalışıp bağımsız şekilde gelir elde eden kişiler de tasfiye edilerek egemen birkaç aktörün bağlı çalışanı haline geliyor.

Dolayısıyla iletişim, ulaşım ve üretimde meydana gelen teknolojik yenilikler sayesinde gerçekleştirebildiğimiz devasa ölçekteki üretim, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle birleşerek, sermayenin ve üretimin yönetiminin çok az sayıda kişinin elinde biriktiği bir süreci inşa ediyor. Bu süreç ilerledikçe, Marks’ın kapitalizm analizinde de gösterildiği gibi, piyasada bulunan küçük aktörler tasfiye ediliyor, işçileştiriliyor, piyasaya yeni girişler de fiilen olanaksızlaştırılıyor. İktisadi hayattaki görece eşitlik[4] aşamalar içinde tarumar oluyor. Yeryüzü ilahları türüyor. Kısaca, teknolojik yenilikler sayesinde üretim ölçeği büyüdükçe, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete dayalı üretim modeli iktisadi görece eşitliği de yok ediyor.

Öyleyse Mal ve Hizmetleri Daha Küçük Ölçekli İşletmelerde Üretelim?

Sanırım artık o üç kavrama tekrar dönebiliriz. Eşitlik, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve (artık yeni haliyle) modern büyük ölçekli üretim. Söyleyeceğim şey şu: Bu üçü aynı anda mevcut olamaz. Hangi ikisini seçerseniz üçüncüsünden vazgeçmek zorunda kalırsınız. Eğer hem üretim araçlarını tamamen ve kapsamlı bir özel mülkiyetin konusu yapmayı hem de bu seviyede büyük ölçekli üretim yapmayı istiyorsanız kapsamlı bir tekelleşme ve ağır bir eşitsizlikle yüzleşiyorsunuz. Çünkü çok az sayıdaki aktörün diğerlerini tasfiye etmesi, proleterleştirmesi ve piyasaya giriş maliyetini astronomik seviyelere yükseltmesiyle karşılaşıyorsunuz. Öyleyse, eşitliği elde tutmak istiyorsak elimizde iki alternatif kalıyor. Eşitlikle ya üretim araçlarının özel mülkiyetini ya da modern büyük ölçekli üretimi birleştirebiliriz. Eşitliği de yazının ilk kısmında açıklanan sebeplerle elde tutmak isteyeceğimiz açık.

Peki öyleyse modern büyük ölçekli üretimden vazgeçerek eşitliği üretim araçlarının özel mülkiyetiyle birlikte hayata geçirmek istesek? Yani eşitliği tesis etmek için bu kadar büyük ölçekli üretim yapmaktan vazgeçsek? Mal ve hizmetleri eskiden olduğu gibi, bu kadar kapsamlı ve pahalı makinaları kullanmadan, daha az kişinin çalıştığı küçük işyerlerinde üretsek? Bu sayede endüstrinin çevreye ve insana verdiği zararlardan da azade olurduk. Daha az üretip daha az tükettiğimiz daha huzurlu bir topluma sahip olurduk.

Bu teklif, İslamcılığın da içerisinde kendisine cılız bir hat olarak yol bulmuş bir ideolojik pozisyona tekabül ediyor. Bir gelenek ve geçmiş nostaljisine dayanan anti-modernist ve teknik karşıtı bir hat bu. Fakat kanaatimce hem teorik hem de pratik açıdan böyle bir pozisyon makul değil. Çünkü modern büyük ölçekli üretim mal ve hizmetlerin üretimindeki mevcut verimliliğimizin önemli dayanak noktalarından biri.

Verimlilik derken elbette toplamda daha fazla ürün üretmiş olmayı kastetmiyorum. Birim ürünü daha düşük bir maliyetle üretmeyi kastediyorum. Yani sözgelimi eskiden bir ayakkabı için 80 birimlik emek-zaman gerekirken, bugün ayakkabı üreten makinelerin imalatı için sarf edilen emek-zamanı da işin içine kattığımızda bir ayakkabıyı toplamda 1 birimlik emek-zamanda üretebilmemizi ifade ediyorum.

Benim de bugün ürettiğimiz kadar fazla ürüne ihtiyacımız olmadığını ve bu üretim/tüketim çılgınlığıyla dünyayı bir felakete sürüklediğimizi düşünenlerden olduğumu vurgulamalıyım. Fakat üretmeyi tercih edeceğimiz daha az miktardaki ürünü daha verimli üretmemizi bundan ayırmanızı rica ediyorum. Bu ikincisi, yani üretimdeki verimlilik, daha az ürün üretmek istediğimizde bile çok önemli. 100 değil, 1 ayakkabıya ihtiyaç duyuyorsak bile bunu en verimli şekilde üretmekte büyük çıkarlarımız var. Eski tip üretime geri dönmek, büyük badireler atlatarak ve büyük bir emek vererek inşa ettiğimiz teknoloji sayesinde ulaştığımız bu muazzam verimlilikten vazgeçmemizi gerektiriyor. Oysa emeğimiz ve zamanımız bizim için çok kıymetli. Doğanın üzerimizdeki tasallutunu azaltmak ve özgürce istediğimiz şeyi yapabilmek için daha çok boş vakte ihtiyacımız var. Bu verimlilik bunu sağlamaya adayken neden bundan vazgeçelim? Ben bu pozisyonu teorik açıdan makul bulmuyorum.

Öte yandan teorik açıdan meşrulaştırsak bile pratik açıdan bu zaten neredeyse imkansız görünüyor. Çünkü yeryüzündeki tüm insanları teknolojinin ve modern büyük ölçekli üretimin yarattığı verimlilikten vazgeçmeye ikna etmek adeta bir hayal. Üstelik tüm dünya yerine sadece belirli bir toplumda bunun gerçekleşmesi de mümkün değil. Çünkü mal ve hizmetleri daha verimli yollarla üretenlerin daha verimsiz yolları tercih edenlere karşı her açıdan büyük bir üstünlük kuracağı ve bu üstünlükle verimsiz üretim yapanları tasallutu altına alacağı aşikar. Dolayısıyla bu bir “ya hep ya hiç” durumu ve herkesin bir anda büyük ölçekli üretimi bırakma kararı alması en yaratıcı fantastik kurgu evrenleri açısından bile olacak iş değil.

Geriye Kalan İhtimal: Üretim Araçlarının Kamusallaştırılmasına Yönelmek

Üç kavramı yeniden hatırlayalım: Eşitlik, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve modern büyük ölçekli üretim. Bu üçünün bir arada bulunamayacağını ve ancak ikisinin tutarlı şekilde hayata geçirilebileceği iddiamı aktarmıştım. Bunlardan eşitliği zaten bu yazının başında da ifade edilen gerekçelerle geniş anlamda İslam’ın asli bir gereği olarak değerlendiriyorum. Dolayısıyla bir Müslümanın bundan vazgeçmesi makul değil. Üçüncüsünden, yani modern büyük ölçekli üretimden vazgeçmek de yukarıda anlattığım sebeplerle olanak dışı görünüyor. Öyleyse, geriye kalan tek alternatif, üretim araçlarının özel mülkiyetinin üretimde başrolü oynamasından vazgeçmek. İşte argüman ortaya çıktı: Müslümanlar modern büyük ölçekli üretimi ve eşitliği aynı anda hayata geçirebilmenin tek yolu bu olduğu için üretim araçlarının en azından en önemli kısmının kamusallaştırılmasına yönelmelidir.

Tam burada, bu yazının yan sorusunu cevaplamak için de elverişli bir zemin oluşmuş gibi görünüyor. Neden peygamberlerin yaşadığı dönemde üretim araçlarının özel mülkiyeti bu kadar büyük bir sorun değildi fakat şimdi böyle? Bunun cevaplarından biri kapitalizmin geliştiği koşulların, yani modern büyük ölçekli üretime olanak tanıyan iletişim, ulaşım ve üretim teknolojilerinin o zamanlar geçerli olmaması olabilir. Bu seviyede büyük ölçekli bir üretim yokken üretim araçlarının özel mülkiyeti bugün olduğu ölçüde bir tekelleşmeye ve dolayısıyla bu seviyede yıkıcı sorunlara yol açmıyor gibi görünüyor.

Toparlarsak…

Öyleyse bu üç kavramın bahsettiğim şekildeki ilişkisi üzerinden kurulabilecek üç olası pozisyon mevcuttur. İlki üretim araçlarının özel mülkiyet konusu olduğu ve iktisadi açıdan görece eşit fakat modern büyük ölçekli üretim yapılmayan modeldir. Sanırım geleneksel ekonomilerin belli ölçüde bu pozisyonda olduğundan bahsedilebilir. Fakat bu pozisyona geri dönmemiz mantıklı ve mümkün değil. Bir diğeri, üretim araçlarının özel mülkiyet konusu olduğu ve modern büyük ölçekli üretim yapılan fakat iktisadi eşitliğin yok edildiği modeldir. Çağdaş kapitalizmin tam da böyle olduğunu ifade etmek kolay görünüyor. Bundan bir şekilde kurtulmamız gerekiyor. Üçüncü kavramsal pozisyon ise, eşitliğin ve modern büyük ölçekli üretimin bir arada olduğu modeldir. Fakat bunu inşa etmek için de üretim araçlarının bugünkü gibi özel mülkiyetin konusu olmasını terk etmeye yönelmek zorundayız.

Gerçekten de üretimi kamusallaştırmaya, başka bir ifadeyle, aynen yönetimde olduğu gibi üretimde de demokrasiye yöneldiğimizde modern büyük ölçekli üretimle eşitliği bağdaştırabilmemiz mümkün olabilir. Bir firmada üretim yapanların ya da tüm toplumun, o firmadaki üretimle ilgili kararları demokratik yollarla verebildiği bir düzen hayal edin. Ürünler nasıl üretilecek, ne kadar üretilecek, nasıl bölüşülecek… Tüm bunlar demokratik kararın konusu olduğunda artık modern büyük ölçekli üretimin kapsamlı bir tekelleşme ve iktisadi bir eşitsizlik yaratacağından bahsetmek mümkün olmazdı.

Elbette başka bir eşitsizlik ihtimali kapımızı hızla çalabilir. Bu defa iktisadi değil bürokratik/yönetsel bir eşitsizlik. Yani bir şekilde daha yukarı pozisyonları tutanların üzerimizdeki bürokratik ya da siyasi iktidarı. Bu gerçek ve çok büyük bir risk. Üstelik bu riski bertaraf etmeyi başaramazsak en iyi ihtimalle yalnızca yeryüzünde gezen tanrılarımızı değiştirmiş oluruz. Fakat öncelikle zaten şu anda da devletin tam da böyle olduğunu hatırlatmama izin verin. Ayrıca kanaatimce iletişim teknolojisinin gelişmesiyle sahip olduğumuz kontrol, denetleme ve yönetime katılım imkanlarıyla olabilecek tüm kararları olabilecek en küçük birimlerde biriktirerek bu durumun üstesinden gelmeyi tasavvur edebiliriz. Anlık geribildirim sağlayan eşitlikçi algoritmalar ile müzakere ve seçimleri çok kolay hale getirebilecek e-demokrasi olanakları buna odaklanmış bir organizasyonel şemayla birleşerek yönetsel gücün birikiminin engellenmesi konusunda ciddi farklar yaratabilir. Fakat bunu derinleştirmek başka bir yazının konusu[5].

Kapatırken şunu söyleyebilirim: Modern büyük ölçekli üretim tekelleşmeyi kat be kat arttırarak üretimin özel kişiler tarafından sahiplenilmesinin eşitlik açısından eskiye nazaran çok daha yıkıcı sonuçlarının olmasını temin ediyor. Üstelik modern büyük ölçekli üretimi terk etmek makul ve mümkün de değil. Eğer hem bu seviyedeki bir üretimin verimliliğini hem de iktisadi eşitliği bir arada tecrübe etmek istiyorsak sanırım takip edilebilecek en makul yol toplumdaki üretimi(n en azından en önemli kısmını) demokratik kararın konusu yapmak. Bunun Kur’an’da zaten böyle yazdığı için değil, geniş anlamda İslam’ın merkezi değerlerini bugünün koşullarında hayata geçirebilmenin gereği olduğu için Müslümanların bir ödevi olduğundan bahsedilebilir. Çünkü bu yolla yeryüzünde ilahlar türeten radikal eşitsizliklerin önüne geçmemiz ve daha dengeli bir toplumda daha huzurlu ve daha özgür hayatlara sahip olmamız mümkün olabilir.

 


 

 

[1] https://www.emekveadalet.org/misafir-yazilar/musluman-sosyalistlerin-kuramsal-odevi-ne-yapilmali-nasil-yapilabilir/

[2] Bu kamusallaştırmanın ne demek olduğunu açmayı başka bir yazıya havale edelim. Şu anda sadece üretim araçlarının özel mülkiyeti ve kamusallaştırılmasını iki temassız kategori olarak düşünmek yerine bir skaladaki eşikler tarafından ayrılan kategoriler olarak düşünmek gerektiğini ve üretim araçlarının kamusallaştırılmış sayılacağı alternatifin bu skalanın geniş bir bölümündeki farklı alternatif modelleri kuşatmakta olduğunu düşündüğümü söylemekle yetinmek istiyorum. Başka bir ifadeyle, üretim araçlarını kamusallaştırmaya yönelmenin tüm üretimi bir ulus devletin merkezi karar organlarına emanet etme anlamına gelmek zorunda olmadığını vurguluyorum.

[3] Bu basit kural ve farklı koşullardaki görünümleri iktisat literatüründe ölçek ekonomisi kavramı çerçevesinde tartışılıyor.

[4] Görece eşitlik derken kapitalist döneme nispeten daha eşit olmayı kastediyorum. Kapitalizmin ürettiğine radikal eşitsizlik, kapitalizm öncesi iktisadi eşitsizliklere ılımlı eşitsizlik demeyi de tercih edebilirdim. Fakat açıklama kolaylığından istifade etmek için kapitalizm öncesi dönemden bahsederken görece eşitlik kavramını kullanmayı tercih ettim.

[5] Benzeri bir şekilde, insanların kâr hırsıyla teşvik edilmemesi durumunda üretimde verimliliğin düşeceği ve inovasyon hızının azalacağı konusundaki gerçekçi değerlendirmeleri tartışmayı da başka bir yazıya ertelemek makul görünüyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir