Evin Yokluğunda Avluda Durabilmek (2)

“Bahçede esas diye bir şey yoktur; her şey, her yerdedir; hiçbir şeyi kaçırmamak için her yerde olmak gerekir”(1) demiş Rilke. Buradan başlayabiliriz, avluyu düşünmeye. Sırtını dayayacak, sığınacak veya dönülecek bir ev kalmadı dedik. Öyleyse ne demeye bir avludan söz açıyoruz?

Avlu, ister istemez evi çağrıştırıyor. İster yalnız içe, ister dışa açılan bir bahçe akla geliyor. Sınırları bir çitle ya da duvarla belli ya da belirsiz, ama mahallenin açıklığında, -kaçarı yok- herkesle aynı göğün altında. Nasıl bir avluda duruyoruz, buranın ismi ve cismi, kalın çizgilerle mi işaretli, bunu konuştukça ve eyledikçe anlıyoruz. Yola kalın çizgiler, ağız dolusu laf ve kızgın yüzlerle çıkmadık, doğru. Aksine evler, yahut evsizlikler ardında nasıl olduysa büyümüş duvarlar vardı, bunlar arasında bir açıklığı yokladık. Gerçekten vardı böyle bir “açık” üstelik mahalleler, meydanlar ve ara sokaklar arasında böyle bir açıklık, zaaf değil imkân olarak görünüyordu.

Avlu, ister istemez evi çağrıştırıyor. Çünkü hepimizin evle; yuvayla bir muhasebesi var. Birbirine açılan her mahallenin de, ya bir ev tahayyülü ya da evsizlik jargonu oldu. Bu jargon veya tahayyül ile herkes gibi karşılaşmalar, herkes kadar sorunlar da yaşadık. Ama şimdi, evi terk etmekten ya da ‘her şeye rağmen bir ev’den bahsetmiyoruz. Gömleği çıkarmaktan ya da yeniden giymekten konuşmuyoruz. Tam aksine mesele, tutulup giyilen ya da çıkarılan bir gömlek değil, bir yerde durmak, adl için dünyaya açık, dünyanın açıklığında toplanmaktır diyoruz. Herşeyden önce bir avluda toplanmışız ve birlikte eyleyebilme, bu toplanmaktan çıkacak. Varolan-varsayılan evler ve ocaklar bizi toplanıp birbirleriyle, bazen de yan komşuyla el ense çekmekten öteye götürdü mü? Ama avluda bulunup sesi, duayı bütün füruzata doğru tutmanın bir anlamı var.

Eskilerin, yeni eskilerin ve eski yenilerin sığınıp beslendiği fikirler, bizi de etkilemişti. Onların esin kaynaklarından, besin depolarından biz de beslendik. Öyleyse “evi”, büsbütün konu dışı edemeyiz, etmek gibi bir derdimiz de yok. Dönüp kaynaklara bakıyor, oradan başka bir fikriyat ve eyleme biçimi doğabilir miydi diyorsak, bu “yeni eskilerin” geldiği noktanın o kaynaktan çıkan tek fıskiye olmadığına duyulan bir inançtan. Yaptığımız okumalar, bastığımız yer, tek yolun gidişata uyum, hakim dile katılma falan olmadığını söylüyor. Ama şunu da biliyoruz, iktidar iğvasına kapılanların gözettiği uyum, kaynakları iç edip mahvımıza kapı açıyor. Evin yıkımından bahsedeceksek, molozlarından yeniden doğan bir sözün, artık başka birşey olacak olan ama o molozların hakikatini de taşıyan, yıkımı da üstlenip vebalin karşısına çıkan bir sözün mikrofonu olmaya yükümlüyüz.

“Bahçede esas diye bir şey yoktur” derken? İlkeler var, amaçlar… Bunlar durduğumuz yeri, yaptığımız işleri anlamaya yarayan birer gösterge. Zaten bizi biraraya getiren şeylerdir ki merak edene fikir veriyor. Bir konuyu tartışırken ki zaman zaman sesler yükseliyor hiçbir zaman yahu bizim bu konudaki ilkemiz neydi diyip oraya bakmıyoruz. Çünkü bu ilkeler bizim için “tümden gelimci” bir öz teşkil etmekten çok vardığımız birikimin özeti. Ne yani, hiç mi esas aldığımız birşeyler yok? Şöyle diyelim, mesela “postulamız Kur’an-ı Kerim‘dir” demesi güzel, demesi kolay ama bunun hakkını vermek çok daha zor. Yani herkes, Kur’an-ı Kerim‘den ilham aldığını, söylemini oradan kurduğunu söyleyebilir. Birbiriyle çatışan bir yığın söz aynı iddiayı taşıyor. Eşitliğe vurgu yapan da ayetlerden örnek veriyor, özel mülkiyete vurgu yapan da. (Hatta “İslam’da özel mülkiyet vardır” demek, artık sermayenin tahakkümünü meşrulaştırmaktan başka bir anlam taşımaz oldu.) Bizim de emek mücadelesi yaparken oradan sebeplendiğimiz oluyor. Ama sözü Kur’an’dan doğru kurmak, hem çok büyük bir iddia, hem de tam zıddı bir söze kapı aralıyor. Maalesef zulmün gerekçesini de “Kur’an’dan doğru” kuranlar oldukça bu çaba, ayetleri sloganlaştırıp yarıştırmaktan öteye geçmeyecek.

Avluda duruyoruz dedik, bu avlu tasviri kafamızda sınırlarıyla şekillenmedi. Yani çitiyle tanımlı bir bahçe değil; emek ve adalet için biraraya gelmekliğiyle, ilkelerin refakatinde başka bahçelere açılmaklığıyla bir konum. Çıplak ayaklarını -herkes gibi- bu topraklara basarak ama hakikati bu topraklara has değil, yeri ve yerin altını hatırda tutmakta gören, girdiği işe/yere sıdk ile girmeyi çıktığı işten/yerden sıdk ile çıkmayı şiar edinen bir “nazır bulunma” hâli. “Her şey, her yerdedir” derken bunu anlıyoruz, kendimizi bir mahale hapsetmeden bakıyor ve yorumluyoruz. Okuyor ve yargılıyoruz. Muhakeme ediyoruz, ahkâm kesmiyoruz.

Avluda olmak, bir yerde dikilip etrafa sinik naralar atmak demek değil. Avluda olmak, evin ve eve dair sözlerin yıkımında üstlendiğimiz bir hâl, bir imtihan. “Hiçbir şeyi kaçırmamak” ise, başka bir tesisin umudunu hâlâ, her yerde yoklamak demek. Tahrir Meydanı’ndayız. Wall Street’teyiz. Açlık grevlerine şahidiz. Emek ve adalet adına biraraya gelmek, bu yerde olmak son yoklamada “burda!” diyebilecek bir göğsü gerebilmek için.

(1) Malte Laurids Brigge’nin Notları, Rainer Maria Rilke, Adam Yayınları, s. 119, 1998.

Evin Yokluğunda Avluda Durabilmek 1

2 Responses

  1. emre isaoğlu dedi ki:

    Değerli site yöneticisi,
    Yazıları okurken sayfanın sol köşesinde (share widget’ı facebook,twit vb. paylaşımlar için) beliren butonlar sebebiyle okumakta sıkıntı yaşıyorum . Buna teknik bir çözüm var mı tam olarak bilmiyorum ama varsa düzeltme yaparsanız sevinirim . Selamlar ,

  2. Sayfaya “zoom in” yapmış olabilir misiniz? Genelde sayfa tam boyutu ile görüntülenirken sorun olmuyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir