İnşaat Sektörü ve Kapitalist Devlet

Konut sunumu denen şey, kabaca ifade edecek olursak, bir memleketteki vatandaşların konut edinme biçimleridir. Bu biçimler hem yasalara, hem bağlama, hem sermaye durumuna, aktörlere falan bağlı olarak değişir. Örnek verelim hemen; gecekondu, yapsatçılık, kooperatif, rezidans, toplu konut, kapalı site. Bunların kendi aralarında kategorileri falan da olabilir, kavramsal olarak işimize geldiği biçimde tabi. Örneğin kapalı siteler ve sosyal konutlar kesişirler, toplu konut sunum biçiminin alt kümeleri gibidirler vs… Bu kavramsallaştırma kullanışlı mı, o ayrı tartışma. Şu anda rezidans ve toplu konut ön planda, malumunuz.[1]

Şöyle bir bakalım geçmişe; merkezi iş alanları (Eminönü, Taksim, Fatih, Şişli, Büyükdere hattı gibi) ve çeperlerinde arsa fiyatlarının artması, orta sınıflara yönelik bireysel konut sunumundan konut kooperatiflerine geçişe neden olur (1962-72 arasında). Kooperatifler eliyle konut sunumu, özellikle 1962-1972 yılları arasında SSK’nın verdiği kredilerle sağlanmıştır. Yapsatçı sunum biçiminin daha pahalı bir arza sahip olması dolayısıyla özellikle 80 sonrasına damgasını vuracak olan toplu konut sunum biçiminin de ilk örneklerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Toplu konut yoluyla konut sunumu, büyük bir arsa, bu arsanın planlanması ve altyapısının işletilmesi dolayısıyla büyük bir sermayenin harekete geçirilmesini gerektirir. 80 öncesine baktığımızda, bu tip konut sunumu için ideal ve yeterli olabilecek gücün “devlet” olduğunu görürüz. Fakat devletten ziyade yerel yönetimler ve özel sektör özellikle bu tip konut sunum biçiminde etkili olmuştur. İnşaat şirketleri 70’lerin ortalarına kadar yeterli organizasyonu sağlayamamışlar, ya farklı toplu konut şirketleri şeklinde örgütlenmiş kurumların ya da yerel yönetimlerin örgütledikleri yapı kooperatifleri yoluyla  toplu konut alanları gelişmiştir. Ancak asıl büyük gelişim 80 sonrasında yaşanmıştır.[2]

80 öncesi ve sonrası inşaat sektörü aktörlerinden olan müteahhit tipinin değişimi, toplu konut sunum biçimindeki atılımı da açıklayabilecek niteliktedir. 70’lerin ortalarından itibaren petrol fiyatlarının artmasıyla belirli şirketler (örneğin ENKA, Doğuş, Maya) petrol ihraç eden Orta Doğu ülkeleri ve Libya gibi ülkelere yönelmişler ve o ülkelerde inşaat deneyimleri ve para kazanarak o dönemi atlatmışlar, ithal ikamesi döneminde gelişip serpilen büyük sanayicilerle rekabet edebilecek duruma gelmişlerdir. Koç ve Alarko gibi sanayici sermayeler bu durumdan kendilerine vazife çıkarıp müteahhitlik işlerine girmişler ve 80 öncesinin ufak müteahhitlerinin yerini büyük şirketlerin inşaat firmaları almıştır. Mali liberalizasyonu takip eden bankaların küreselleşmesi süreci ile İstanbul’daki inşaat sektörü kar elde etmek için daha çekici bir hale gelmiş, yatırım fonlarının bu kar alanlarına yönelmesiyle spekülatif balonlar oluşmuştur. Hatta, ortak girişim paketleri hazırlayan yabancı müteahhit firmalar yatırımlara ortak olup dolar cinsinden kredi vermeyi garantiliyorlarmış o dönemde.[3]

Açılan araziler, inşaat sektörüne yatırılan fonlar ve girişimci şirketlerin enerjisinin bir bölümü küreselleşen kentsel alanda ofis blokları, alışveriş merkezleri ve beş yıldızlı oteller gibi “hizmet” alanlarına yönelirken[4]  daha önemli bir bölümü ise yükselen orta sınıfın konut ihtiyacını karşılamak üzere toplu konutlara yatırılıyordu. 80 sonrası bu yatırımların yapılmasını kolaylaştırıcı etkenler ve kurumsal değişiklikler mevcuttur. Bunlardan birincisi, yerel yönetimlerin nispeten özerkleşmesi olarak görülebilir. Büyükşehir belediyelerinin oluşturulmasıyla belediyelerin gelirleri arttırılmış ve imar planı ve karar yetkileri belediyelere verilmiştir.[5]  Arsa piyasası üzerindeki sıkı denetim gevşetilmiş, artan toplu konut talebi dolayısıyla kamuya ait toprakların büyük apartman bloklarının inşa edildiği alanlara dönüştürülmesi konusunda hükümet üzerinde bir etki yaratılmıştır. Çevre belediyelerinin kendi alanlarındaki kaçak konut alanlarını meşrulaştırması için verilen yetkiler bu süreci hızlandırmıştır.[6]  Bu kararlar 1970’li yıllarda başlamış olan yeni belediyecilik hareketinin ve aynı zamanda küreselleşmenin bir parçası olan yerel yönetimlerin özerkleşmesi yolunda da önemli bir adım olmuştur.

Önemli kurumsal düzenlemelerden biri de, 84 itibariyle çıkartılan yeni Toplu Konut Yasası sonrasında Toplu Konut Fonunun işlerlik kazanması ve Toplu Konut İdaresi’nin ortaya çıkışı. 1985 yılında toplu konut fonu konut yatırımları toplamının %31’ini karşılar hale gelmiş, 1988 yılından itibaren fonun gelirlerinin %30’u genel bütçeye aktarılmaya başlamış, 1995 yılında tamamı bütçeye aktarılır hale gelmiş. Kooperatifler birliği yolu ve TOKİ dışındaki, toplu konut sunumlarının aktörlerinden biri de 80 sonrasındaki “developer”lar. Lüks toplu konut alanlarının oluşumu bu geliştiriciler vasıtasıyla olmuştur. 90’ların sonları ve özellikle 2001 ile beraber TOKİ zamanla toplu konut sunumundaki tek isim haline gelmiştir.

Zeynep arkadaşın yazısında anlattığı, -daha detaylı bilgi isteyen olursa verebiliriz- TOKİ’nin devraldığı bütün yetkilerin nitelikleri ve niceliği, onun sadece konut sunumu için bir araç olarak düşünülmesinin önüne geçmektedir. TOKİ neredeyse kendisi bir amaç haline geldi. Bunun manası şu: 80’ler sonrasında toprak üzerinde oluşan spekülasyon ve rantın bölüşümü, devlet eliyle yapılmaktadır. Kapitalizmin sıkışarak geldiği neo-liberalizm noktasında, söylendiğinin aksine devletin piyasaya müdahale etmediği sırada oluşan krize devlet yeniden dağıtım mekanizmaları yoluyla hakim olmaktadır. David Harvey, neo-liberal dönemde “mülksüzleştirme yoluyla birikim”in (accumulation by dispossession) sağlandığını belirtir. Bu süreçte dört mekanizma karşımıza çıkmaktadır: özelleştirme, finansallaşma, kriz yönetimi ve devlet eliyle yeniden dağıtım. Önceden sosyal kullanıma dahil olan birçok alanın metalaşmasından, savaşın ve doğal kaynakların birer sermaye birikimi kaynağı haline gelmesinden, yapısal uyum paketlerinin kriz yönetimindeki merkezi konumundan ve bu süreçte devletin rolünden bahseder.[7]

Keyder’in de belirttiği gibi[8], 2008 krizi dolayısıyla bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, özellikle bir dünya kenti olan, küreselleşmeden en çok nasibini alan İstanbul’da, gelir dağılımı bozulma eğilimindedir. Gelir dağılımının bozulması, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de bir eksik tüketim krizini beraberinde getirmiştir. Böylesi bir ortamda tüketimi artırmak için özellikle orta sınıfa yönelik yoğun bir kredi akışı gündeme gelmiştir. 1980’lerin sonuna kadar kredi kartı hiç kullanılmazken günümüzde 40 milyonun üstünde kredi kartı olduğu bilinmektedir. Bu tip finansal araçlarla toplam gelir birkaç misline çıkmakta, birçok kişi aldığı krediyi ödeyememekte ve iflas etmektedir. Özellikle İstanbul gibi büyük kentlerde toprağın metalaşması eğilimi çok daha güçlü olduğundan bu küresel merkezler, küresel finans şişmesine çok daha hazır hale geldi. Küresel ağların devreye girmesiyle birlikte şehir daha hızlı yayılmaya başladı. Bunun sonucunda ortaya çıkan fazla mekan stoku ya da bir başka deyişle konut, iş merkezi, alışveriş merkezi stoku, finansallaşma eğilimini de güçlendirmekte ve küresel kriz karşısında daha güvencesiz bir ortam yaratmaktadır.

Bütün bu şişmeyi ve rantı kontrol edenin bir devlet kurumu ve onun karmaşık görevlerle donanmış gibi görünen iştirakleri olduğu düşünüldüğünde kapitalist işleyişin devlet ve iskan söz konusu olduğunda oldukça girift bir hal aldığı görülebilir. Kooperatifler gibi daha düşük gelirli grupların birlikte hareket ederek konut edinebilmesini sağlayabilecek örgütlenme mekanizmalarının da önüne geçen TOKİ, doğrudan kredi veren bankalarla muhatap olan bireyi yaratmıştır. Kooperatifte olduğu gibi belirli bir dayanışma ve toplu hareketten ziyade, olmayan bir parayla vadeli borçlanmaya giren birey tipi, günümüz kapitalist konut üretimi ve dağıtımının bir ürünüdür ve 2008 krizinin spekülatif finansal kriz tipine uyumludur.

Yani hem çok karmaşık hem de çok net bir durumla karşı karşıyayız. Devlet hakimiyeti tam, ama özel sektör de öyle. Kapitalizm böyle bir şey haline geliyor/geldi artık. Bütün bunların içine bir de rezidansları, gecekonduları, dönüşüm alanlarını ve ufak müteahhitleri de katarsak içine girdiğimiz keşmekeşi daha iyi anlarız. Bunu anlamamız lazım çünkü an itibariyle kapitalizmin işleyişinde bu mesele kilit rolü oynuyor. Gözümüz korkmasın ama. Yavaş yavaş olur.

………………………………………

[1] Tekeli, “Türkiye’nin Konut Tarihine Konut Sunum Biçimleri Kavramını Kullanarak Yaklaşmak”, Konut Sempozyumu içinde,  İstanbul, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, 1999, s.292.

[2] Tekeli, a.g.e., s.292-3.

[3] Çağlar Keyder, (2000), Enformel Konut Piyasasından Küresel Konut Piyasasına, “İstanbul Küresel ile Yerel Arasında” içinde, Der.: Çağlar Keyder, Metis Yayınları, İstanbul, ss. 184-5 ve Tekeli, a.g.e., s. 293.

[4] Finans kapital ve küreselleşmenin mekan kullanımına yansıması açısından önemli bir örnek olarak Binnur Öktem, (2005), “Küresel Kent Söyleminin Kentsel Mekanı Dönüştürmedeki Rolü: Büyükdere-Maslak Aksı”, İstanbul’da Kentsel Ayrışma içinde, Der.: Hatice Kurtuluş, Bağlam Yayınları, İstanbul incelenebilir.

[5] Tekeli, a.g.e., s.294.

[6] Keyder, a.g.e., s.187.

[7] David Harvey, “Neoliberalism and the Restoration of Class Power”, D. Harvey, Spaces of Global Capitalism: towards a Theory of Uneven Geographical Development içinde, Verso, 2006, ss. 21-25.

[8] Çağlar Keyder’in “İstanbul Buluşmaları: Kriz ve İstanbul”daki konuşmasından, TMMOB Şehir Plancıları Odası, İTÜ, İstanbul, 19-20 Ekim 2009, basım tarihi: 2010, ss. 166-172.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir