Kuran’dan Notlar – Allah Ayakta Tutmasaydı Yer Gök Üzerimize Çökerdi

“Ya gökten ve yerden önlerindekine ve arkalarındakine bir bakmazlar mı? Dilesek kendilerini yere geçiriveririz. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürüveririz. Şüphesiz bunda Allah’a yönelen (hakka gönül veren) her kul için bir ibret vardır.” Sebe Suresi, 9. Ayet

İnsanın Kuran’daki doğa ayetlerinden zevk alabilmesi için doğa bilimleri çalışması gerekir. Ancak o zaman ayetlerin ne kadar güçlü konuştuğunu anlayabilecektir.

Yukarıdaki ayetlere bakın: İstesek gökten sizi yok edecek parçalar düşürür ve sizi yok ederiz, diyor.

Gerçekten de insan biraz astronomi biraz meteoroloji bilimi çalışınca yaşamın ne kadar hassas dengeler içerisinde çalıştığını anlıyor.

Bildiğim kadarıyla iki örnek vereyim: Ozon tabakası ve yeryüzünün manyetik alanı. Bu her iki düzeneğin de inşası için onlarca mekanik nedensellik zinciri çok hassas dengeler içerisinde seferber olmuştur. Bu dengeler ve zincirlerdeki herhangi bir aksama ozon tabakasını ve manyetik alanı bozar.

Fakat bu iki tabaka korunuyor. Ve bu iki tabaka korunduğu için güneşin zararlı ışınlarından bazı çeşitleri ozon tabakası tarafından bazı çeşitleri de manyetik alan tarafından engelleniyor. Ve güneşten yeryüzüne sadece yaşama faydalı olacak ışınlar gelebiliyor.

Doğa bilimi üzerine yazdıklarımla, doğanın mekanik oluşumunun bir sanatkarın eseri olarak kavranılması lüzumunu izaha çalışıyorum. Kanaatimce oldukça hassas bir işleyişe dayanan ozon tabakası ve manyetik alan da böylesi bir sanatkarın eseri olarak kavranınca yukardaki ayet yerli yerine oturuyor.

Belli sabitelerdeki ufacık bir değişiklik bu tabakaların çökmesine sebep olabilirdi. Fakat bu tabakalar korunuyor. Çünkü gizli eliyle bu tabakaları inşa eden sanatkar yaşamı korumak istiyor. Eğer bu tabakaların oluşumunu, korunmasını ve yaşam için işlevlerini doğanın kör zorunluluğuna atfedecek olsaydık matematik hesaplarına sığmayan bir olasılık hesabıyla karşı karşıya kalacaktık.

Doğa bilimleri resme, tuvale, resimdeki renklere çizgilere ve fırçaya bakıyor. Ve doğa bilimlerini inşa ediyor. Fakat onun yapmadığı şey, doğayı resmeden fırçanın arkasındaki gizli ressamı düşünmek.

Bu ressamı düşünmediği için de insanı kör zorunlulukların var ettiği, sefalet içinde yaşayan ve bir gün toprak olup gidecek bir varlık olarak kodluyor.

Fakat ressam üzerine düşündüğümüzde; tüm bu mekanizmaların arkasında bir sanat eseri var eden, ve insanı da bu sanat eserinin ağırlık merkezi olarak resmeden, yani insanı doğanın en kıymetli varlığı olarak kendine muhatap eden ve tüm evreni, başka hizmetleri yanında insana hizmetkar eden bir Allah tasarımıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Göğün zararlı ışınlarını engelleyen ve oradan sadece yaşama faydalı şeylerin geçmesine izin veren bir sanatkar var, ve bu sanatkar insana gözbebeği muamelesi yapıyor. Onu hayatın acı ve tatlarıyla terbiye ediyor, ve bu dünyadaki yaşamın sonrasında ona eylemlerinin mükafatını ve karşılığını sunuyor.

Kanaatimce bu bakış pozitivist doğa biliminin doğaya ve insana bakışından da, seküler hümanizmin Allah’ı ve ahireti dışlayan bakışından da, postmodernizmin insanın doğadaki kıymetini hiçe indiren bakışından da üstün bir bakıştır.

Şimdi aynı ayete tekrar bakın: Allah “eğer istersem sizi yere geçiririm” diyor. Bu ayetten zevk alabilmek için de insanın biraz jeoloji bilimi okuması gerekiyor. Jeoloji okuduğunuzda, aynı astronomi ve meteoroloji okur gibi, yeryüzü kabuğunun dünya bütünü içerisinde çok hassas dengeler sayesinde ayakta kaldığını görüyorsunuz. En basitinden yerin altında bir okyanus gibi sürekli hareket eden bir magma tabakası var. Ve bu okyanusa rağmen yer kabuğuna ona sabitlik verecek ve onu yaşama hizmetkar edecek bir katılık verilmiş. Ve jeoloğa şu soruyu sorduğunuzda “yer kabuğunun magma içine çökmesine neden olan düzenek nasıl bir şeydir” diye… Size vereceği cevap en az elli mekanik neden sonuç zincirinin oldukça hassas dengeler içerisinde yer kabuğunu magma üzerinde tuttuğu üzerine olacaktır.

Dediğim gibi seküler jeolog resme, tuvale, resimdeki renk ve çizgilere ve fırçaya bakıyor. Ve bu düzenekleri ortaya çıkarıyor. Fakat onun hikayesinde fırçanın arkasındaki ressam yok. Öyle olunca da bütün bir yeryüzü kör zorunlulukların ve tesadüflerin var ettiği bir şeye dönüyor ve bu evren tasarımında insanın ve yaşamın da özsel bir kıymeti olamıyor. Halbuki Kuran’ın verdiği bakışla insan bu düzeneklerin ne kadar hassas dengeler içerisinde tutulduğunu düşünse ve tefekkür etse tüm bu işlerin arkasında bir sanatkarın olduğunu ve bu sanatkarın insanı bir gözbebeği gibi kendine muhatap ettiğini ve insanın ilahi bir inayet eli altında Allah’ın özel bir misafiri olduğunu anlayacak.

Böyle bakınca da hayattaki hazların ve acıların yorumu değişecek, çünkü onlar tesadüfen gerçekleşen şeyler olmaktan çıkıp, Allah’ın insanın ve insanlığın terbiyesi için yarattığı şeyler olduğunu kavrayıp, hayatına sonsuz hayat ışığında yeni bir mana verecek.

Burada biraz dağınık anlatıyorum ve işin sadece temel noktalarına temas edebiliyorum. Derdimi anlamak isteyen okur bu konuda muhakkak Bediüzzaman’ın Kuran’a dayalı doğa felsefesi metinlerini etüt etmelidir. Örneğin, Ayetülkübra’yı ya da 30. Lema’yı. 

* Öne çıkan görsel şuradan alıntıdır: https://www.ntv.com.tr/galeri/seyahat/gokyuzundeki-gorsel-solen-kuzey-isiklarini-izleyebileceginiz-en-iyi-yerler,8I4d8ys470OlO50-ZFIRrg

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir