Kuran’dan Notlar – Doğanın Mekanik ve Estetik Düzeni, Mitolojiden Bilime

“2 – O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır. 3 – O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? 4 – Sonra gözünü tekrar tekrar döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.” Mülk Süresi

Bu ayet Kuran okurunu doğa bilimi yapmaya teşvik eden ayetlerin en önemlilerinden biridir.

Genellikle Kelam ilminde ve Hıristiyanlıkta Allah’ın en büyük kanıtı olarak doğa düzenini aşan mucizeler öne sürülür. Oysa Kuran boyunca Allah kendine en büyük kanıt olarak doğadaki muhteşem düzeni sunar.

Yani bu ayet der ki doğayı incele, hiçbir yerinde bir çelişki, uygunsuzluk, mantıksızlık, ya da boşluk bulamayacaksın.

Hatta bu ayetin işaretiyle bu mantıklı evren öylesine kusursuzdur ki hiçbir yerinde Allah’ın çıplak elini görebileceğimiz bir boşluğu yoktur. Yani Allah bu ayete göre kusursuz bir sanatçı gibi evreni şekillendirmiş ve kendi çıplak elinin görünmesine izin vermeyecek bir biçimde kendini evrenden gizlemiştir. Çünkü tüm sanatçılar bilirler ki eserin doğal gidişatını bozacak bir biçimde sanatçının çıplak elinin eserde görünmesi eser için ağır bir kusurdur.

Allah’ın doğada yarattığı düzen de böyledir. İşler öylesine kusursuz işlemektedir ki her şey sebep sonuç zincirleriyle birbiriyle bağlıdır. Ve bir kusur gibi görülen yerler ya da olaylar dikkatle etüt edildiğinde orada daha derin bir nizamın işaretleri görünür. Newton fiziğinden Kuantum ve Görelilik fiziğine geçtiğimizde gördüğümüz gibi…

Bilim insanı laboratuvarına girerken olaylardaki sebep sonuç mekanizmalarının boşluklarında Allah’ın çıplak elini aramamalıdır ve o laboratuvarda Allah’ı masaya yatırmamalıdır. O her zaman doğadaki her şeyin bir nedene, bir mantığa irca edildiğini varsayıp bu mantığı sorgulamalıdır.

Peki Allah laboratuvarın dışında mı kalmalıdır? Hayır. Müslüman bir bilim insanı, Allah’ı masanın karşısına oturtmalı ve şöyle demelidir: “Biliyorum ki tüm bu işlerin arkasında sen varsın Allah’ım. Bana ilham et: Bu işi nasıl bir mantık ve nedenselliği istihdam ederek yapıyorsun ve kendi çıplak elini tüm bu süreçten gizliyorsun?”

Bilim insanları deney yaparken ya da kuram geliştirirken evrende hiçbir tutarsızlık ve mantıksızlık olmadığının bilinciyle araştırmasını yapmalı ve kendi sınırlı aklıyla Allah’ın aklını ve logosunu tanımaya çalışmalıdır. İşi bittikten sonra doğayı tefekkür ederken tüm bu işlerin arkasında gizli bir inayet elinin olduğunu bilerek bu gizli elin sahibiyle dostluk kurmalıdır.

Bu yaklaşımla aşağıdaki ayeti develere, göğe, dağlara, yere öküzün trene baktığı gibi bakmak olarak değil de, canlıların, yerin, dağların, göğün bilimini araştırmak olarak anlayabiliyoruz. Zaten ilk Müslümanlar da (en başta Peygamber ilminin ilk çağdaki varisi Cafer-i Sadık) Allah’a iman ile doğadaki nedensel mekanizmaların etüdü arasında bir çelişki görmemişlerdi.

“17 – Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış? 18 – Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş? 19 – Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş? 20 – Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?” Ğaşiye Süresi

Şimdi aşağıdaki ayeti daha iyi anlayabiliyoruz. Ki bu ayet Kuran’ın dünya görüşünün mitolojik olduğunu söyleyenlerin öne çıkardığı ayetlerden biridir. Halbuki hakikat tam tersidir.

“5 – O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir, bütün doğuların da Rabbidir. 6 – Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik. 7 – Onu her inatçı şeytandan koruduk. 8 – Onlar yüksek (melekler) topluluğunu dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar. 9 – Uzaklaştırılırlar. Onlara ardı arkası kesilmez bir azab vardır. 10 – Ancak kulak hırsızlığı yapanlar olur. Onu da yakıcı bir alev takip eder.” Saffat Süresi

Ayet ne diyor? Göklerin düzeninin şeytanların müdahalesinden korunduğunu… Bu ne demek şimdi? Kendinizi bir Yedinci Asır Arabı yerine ya da mitolojik bilince sahip bir insanın yerine koyun. Bu insanlar doğaya bilimle değil, büyüyle müdahale edeceklerini düşünüyorlardı.

Şimdi ayeti bu mitolojik yaklaşımın gözleriyle okuyun. Bu ayet diyor ki göğün düzenini her türlü şeytanın müdahalesinden koruduk. Yani doğaya müdahale edecekseniz büyüyle bu işi yapamazsınız. Yukarıdaki ayetlerde de söylediğimiz gibi doğanın ilahi bir düzeni var. Ve siz bu düzeni onu anlamaya çalışarak, onu gözlemleyerek tanıyabilirsiniz. Büyüyle ya da gizli güçlere sahip aracı varlıkları etkileyerek değil. Çünkü aracı varlıklar göklerin düzenine müdahale etmekten engellenmişlerdir.

Bu ayetler modern doğa biliminde olmayan bir şeyi daha vurguluyor: Göklere konan yıldızların birer süs olduğunu söylüyor. Yani doğanın sadece nedenselliğe ve mekanizmaya dayalı bir matematiksel düzeni yok. Aynı zamanda doğanın estetik bir düzeni de var.

Kant sonrası Alman romantikleri ve Alman idealistleri doğanın mekanizmalardan taşan estetik düzeninin farkındaydı. Ve doğanın estetiği aracılığıyla hem bir doğa felsefesi hem de bir yaşam felsefesi geliştirmişlerdi. Fakat çağımızın pozitivist bilimciliği bu estetiği ihmal etti.

Doğanın estetik düzeni oldukça mühimdir. Çünkü salt mekanizmalara dayalı bir evren tasarımında insan özgürlüğüne ve mutluluğuna yer yoktur. Zira böylesi bir evrende her şey kör zorunlulukla hareket eder. İnsan yaşamı da böylesi bir evren tasarımında genlerin, beynin ve çevrenin determinizması altında hareket eder olarak tasavvur edilir.

Oysa Kuran’a ve Kant sonrası Alman düşünce geleneğine göre doğanın bu matematikten taşan bir de estetik düzeni var. Yani doğa ve içindeki varlıklar ve Güzel’i ve Mutluluğu gözeten bir Özgür Sanatçı’nın, Allah’ın eseridir.

İşte ancak doğayı ve içindeki varlıkları böylesi bir sanatçının eseri olarak kavradığımızda kendimizi de bir doğa varlığı olarak özgür, güzeli gerçekleştirme yeteneği olan ve mutluluğa ulaşma yeteneği olan birer varlık olarak tasarlayabiliyoruz.

Aksi takdirde, eğer doğa pozitivistlerin dediği gibi kör bir determinizmadan ibaret olsaydı bu kavramlara hayatımızda yer açamayacaktık. Oysa Kuran’ın başından sonuna vurguladığı üzere bu estetik ve sanatkarane düzen bizim özgürlüğümüzün ve mutluluğa yönelik yaşamımızın da teminatı.

Peki mutluluğu arayacaksak bu saf bir haz ve hedonizm hali mi? Bu pasajın ilk ayetine bakın. Yani Mülk Süresi 2. ayete. İnsanın bu dünyadaki varoluşunun sırrı orada gizli. Bu dünyada insan güzel işler yapacak mı diye sınanmak üzere ölümle ve hayatla, yani Kuran mecazı içerisinde konuşursak kötülüklerle (ölüm) ve iyilik ve güzelliklerle (hayat) karşı karşıya bir hayat yaşayacaktır. İşte insan ölümle ve hayatla mücadelesi içerisinde kendi ruhunu güzel bir varlık olarak inşa etmekle mükelleftir ki esas, saf, kötülük karışmamış mutluluğu (Kant’ın da dediği gibi) ölüm sonrası yaşamda bulacaktır.

* Öne çıkan görsel Vincent Van Gogh’un The Starry Night adlı çalışmasıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir