Milliyetçilik Üzerine (3) – Hümanizmden Türk İslam Sentezine

b1272“1948 ilkokullar programı, giriş bölümünde her dersin ‘ilkokuldaki eğitim ve öğretim ilkelerini’ saptar. Tarih dersine ilişkin şunlar söylenir.

‘Mesela Tarih dersinde öğretmenin vazifesi bir takım bilgileri sadece öğretmek değil, tarihin en eski zamanlarından beri Türk ulusunun üstün yaşadığını, başka milletlere kültürünü yayarak onlara hayatın her yönünde güzel örnekler verdiğini, onlara daha mesut ve daha rahat yaşama yollarını öğrettiğini, Türk ulusunun dünyanın dört tarafında kurduğu yüksek uygarlık hayatını meydana getirmek için ne kadar fedakarlıklara göğüs gerdiğini canlı misalleriyle göstermektir. Öğrenci bu derste insanlığın geçirdiği ilerleme devrelerini anlamakla kalmayarak bu ilerleme yolunda Türklerin oynadığı başrolü kavrayacak, böylece hem kendi ulusuna karşı bağlılığını arttıracak, hem de Türk ulusunun insanlık topluluğuna karşı bugün de, yarın da ne gibi ödevleri bulunduğunu daha iyi takdir etmeye alışacaktır. Bilhassa öğretmen Tarih dersine, Atatürk’ün gerek imparatorluk devrinde, gerek İstiklal savaşı sırasında, gerek Türkiye’de Cumhuriyet kurulduğundan beri yaptığı büyük işleri anlatarak bunları imparatorluğun son devrindeki işlerle öğrenciye canlı olarak mukayese ettirecek, bu suretle öğrenci, Büyük Önder’in idaresi ve kılavuzluğu altında Türk ulusunun ne kadar önemli ve geniş adımlar attığını, başka milletler arasında kudretinin itibarının ne kadar yükseldiğini öğrenerek, diğer taraftan milletin hem kendi refah ve saadeti, hem de insanlık için daha yapacağı önemli işler bulunduğunu daha iyi kavrayacak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının kendisine verdiği ödevlerin manasını, büyüklüğünü ve genişliğini daha iyi takdir edecektir.’”[1]  

Yukarıdaki paragraf 1948 ilkokul Tarih kitabından,  Tarih öğretmenine tavsiyeler bölümü, aşağıda paylaşacağım parça ise 1987 yılındaki Tarih öğretiminin hedeflerini gösteriyor. Okuyunca göreceksiniz ki aşağı yukarı 40 yıl boyunca hiçbir şey değişmemiş ve son derece ideolojik bir tarih anlatımı devam ediyor.

Amaç: Öğrencilere

  • Tarih boyunca kurulmuş büyük medeniyetler, insanlığa hizmet etmiş milletler ve devlet adamları hakında genel bir tarih kültürü kazandırırken, Türk tarihine, kültür ve medeniyetine geniş ölçüde yer vererek, Türk milletinin dünya tarihindeki önemini, milletler ailesi içindeki şerefli geçmişini ve yerini, insanlığa yaptığı hizmetleri, dünya kültür ve medeniyetinin gelişmesindeki büyük payını öğretip kavratmak, onların milli duygularını daha bilinçli ve köklü kılmak;
  • Türk milletinin zeka ve kabiliyetini, çalışkanlığını, ilim ve sanat severliğini, estetik zevkini, insanlık duygusunun yüceliğini benimsetmek ve bu üstün özelliklerin davranış haline gelmesini sağlamak;
  • Tarihte büyük medeniyetler kurmuş, köklü bir geçmişe sahip büyük bir milletin evladı olduklarının sorumluluğunu duyurmak; gelecek için ümit ve güven vererek Türk milletine dünya milletleri içinde layık olduğu yeri sağlama ve Atatürk’ün direktifleri uyarınca ‘Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma’ yolunda durmadan çalışmaları, sürekli bir çaba göstermeleri ve bu uğurda her fedakarlığı göze alabilmeleri gerektiği bilincini vermek;
  • Bugünü daha iyi değerlendirmeleri için geçmiş çağlardaki sosyal ekonomik ve siyasi olayların sebepleri ve sonuçları üzerinde, günümüzde kıyaslama yaparak düşünme, araştırma ve muhakeme etme yeteneğini geliştirmek;
  • Atatürk’ün yurtta sulh, cihanda sulh ilkesinin ve devletimizin bağımsızlığının ancak yurt ve millet bütünlüğümüzün bozulmasına fırsat vermemek ve güçlü olmakla devam ettirilebileceği gerçeğini kavramak;
  • Tarihi olaylara yön veren kişilerin, yerinde ve zamanında gösterdikleri uzak görüşlülük, yüksek kavrayış, cesaret, fedakarlık ve kahramanlıkları veya uzağı göremeyişleri ve bilinçsiz davranışları sebebiyle olayları ve tarihin akışını nasıl etkilediklerini göstermek;
  • Toplumu yönlendiren Atatürk ve diğer Türk büyüklerinin sadece milli değil, evrensel yönlerini de kavratmak ve takdir ettirmek, milletimize düşen insanlık görevleri bulunduğunu belirtmek ve onlarda insanlığın sevgi, saygı ve hizmet verme duygusunu uyandırmak;
  • Milli bağımsızlığımızın ve demokrasinin değerini kavratmak, yurt ve millet bütünlüğümüzü koruma, milli çıkarlarımızı ve demokrasiyi üstün tutma bilincini ve davranışını kazandırmak;
  • Geçmişle içinde bulunduğumuz zaman arasında bağlantı kurdurup gün geçtikçe daha da çoğalarak daha da karmaşık hale gelen yurt ve dünya sorunlarını iyi değerlendiren, sorunlar yaratmak yerine sağduyu ile hareket ederek onlara çözüm getirebilen; milli manevi ve maddi değerlerimize yürekten bağlı bir kişilik kazandırmaktır.” [2]

Görüldüğü üzere tarih sanki ışınlanmış ve 40 yıl hedefler hiç tartışılmadan aktarılmıştır. Tarihin görevi olayları öğrencilere en doğru biçiminde aktarmak değil, o tarihi öyle anlatmak ki, öğrenciyi ideolojik bir şekilde yapılandırmaktır.  Hedef bellidir ama bu hedefe giderken kullanılacak olan eğitim biçimi farklılaşmaktadır. 1931-1947 arası tarih kitaplarının ağırlığı Türk tarih tezidir ve özellikle 30’larda Güneş dil teorisidir. 1947’ye gelindiğinde ise Tarih öğretiminde esas öğretiyi Medeniyet tezi almıştır. Anadolu çok uzun bir antik tarihe sahipti ve burada ev sahipliği yapanların aslında kökenleri hep Türklerdi, büyük göç sonunda Anadolu’ya gelen Türkler medeniyeti de beraberlerinde getirmişlerdi ve bu ışıktan Hititlilerden, Lidya’lılara ve Truvalılara kadar çok geniş bir spektrumda uygarlıklar oluşmuştu. Fakat burada şöyle bir çelişki ortaya çıkıyordu. Anadolu’nun yerli halkı olan Ermenileri ve Kürtleri ne yapacaklardı. Ayrıca bu kadar büyük bir uygarlığın içinde yaşayan göçmen Türkler meselesi vardı ki bunların büyük bir çoğunluğu Alevi kökenli idi. Fakat Resmi tarihimiz ve devletimiz böyle bir mezhebi tanımaktan imtina ediyordu. Peki burayı nasıl aşacaklardı. 1960’ların sonundan itibaren bütün dünyayı Sosyalist rüzgarlar sarmaya başlamıştı. Bu üçüncü dünya ülkelerinde ki bütün rejimleri sallıyordu. Türkiye’de haliyle bu rüzgardan nasibini alacaktı ve öylede oldu. Türkiye Sünniliği kendisini sağda ifade ederken, Alevi nüfus CHP’nin dümen kırdığı solun içinde kendini ifade etmeye başlamıştı.

Nato üyesi olmamız hasebiyle, Komünizme karşı oluşturulan blokun içinde yer alan devlet bu sosyalist hareketlere karşı 60’ların sonundan itibaren mücadeleye girişiyordu. İşin güvenlik boyutu bir yandan sürerken, diğer yandan da geniş halk kitlelerini etkileyebilecek olan özgürlükçü sol hareketlere karşı Milli eğitimde harekete geçiyorlardı. Tarih öğretiminde artık Türk İslam Sentezi dönemi başlamıştı. Bir yandan Yılmaz Öztuna, İbrahim Kafesoğlu gibi, 1940’larda yetişmiş bir nesil Tarih öğretiminin teorisini kurarken, diğer yandan da Seyyid Ahmed Arvasi gibi yazarlarla Türk İslam Ülküsü siyasi literatürümüze Ülkü Ocakları ve MHP vasıtasıyla giriyordu.

1950’li yıllarda “Niyazi Akşit ve Emin Oktay tarafından hazırlanan tarih dersi kitaplarının bir cildi klasik antik çağa ayrılmıştır. İlginç bir tepki söz konusudur çünkü dizinin toplam 762 sayfası içinde Türklerin tarihine yönelik olanlar 300’ü bile bulmaz.

Hümanizme tepkinin 1976’da, İbrahim Kafesoğlu’nun ders kitaplarında somutlaştığını görürüz; kitabın her iki cildi de son derece Türkçü’dür, ama bu Türkçülük kısmen terkedilmiş tarih tezleri değil, önceki bölümlerde incelediğimiz ‘milli kültür’ doğrultusundadır. Bu kitaplar Türk İslam Sentezinin eğitim alanına girişinin onaylandığının işaretleridir”[3]

Süreç şöyle gelişmişti, öncelikle Türklere bir Tarih tezi kurulmuştu, bu etnik kökenlerin ne kadar uygar olduğu ve yurdundan bir şekilde göç etmek zorunda kalan Türkler’in gittikleri her yere medeniyet ışığını götürdüklerini anlatıyordu. İşin ikinci aşaması artık Anadolu’da Türklerden medeniyet öğrenen halklar ki bunların çoğunluğu Türk kabul edilir, bu topraklarda önemli devletler kurmuşlardı. Şimdi gelinmişti üçüncü aşamaya; bu Türklerin İslamiyet’le tanışmaları, bu tanışmadan sonra çok hızlı ve gönüllü olarak kitleler halinde İslamiyet’i kabul etmeleri ve Büyük Selçuklu imparatorluğu, Alpaslan ve Malazgirt savaşı ile başlayan ve bugüne gelen bir tarih yazımı idi. Bu sentezin birkaç önemli noktası  vardı, ilki Malazgirt savaşı, ikincisi Miryakefalon savaşı, üçüncüsü İstanbul’un fethi,  dördüncüsü Yavuz’un İran ve Mısır seferleri ve halifeliğin Osmanlı’ya geçişi ve son olarak da Kurtuluş savaşı idi.  Bu olaylar şu şekilde analiz ediliyordu, Malazgirt Türkler’e Anadolu’nun kapılarını açıyordu, Miryakefalon savaşı Anadolu’nun artık bir Türk yurdu haline geldiğini belgeleyen bir savaştı. İstanbul’un fethi Türklerin Cihan imparatorluğunu kurmasının yolunu açıyordu. İran seferi Osmanlı’nın Sünniliğin bayraktarlığının habercisiydi, Halifeliğin alınması ile Sünniliğin, dolayısı ile Müslümanlığın lideri konumuna Osmanlı’yı taşıyordu. Son olarak da Kurtuluş Savaşı Türk’ün varlık savaşıydı ve Anadolu’nun, Anavatan hüviyetine kavuştuğu bir mücadeleydi.

Yani Türk İslam Sentezinin en önemli özellikleri, bir kere Türk,  devletine ebed müddet bağlı olacaktı. Devletin kutsallığına inanacak ve onun hiçbir yanlış yapmayacağını düşünecek, asla isyan etmeyecekti. İkincisi Alevilik, Şiilik gibi inanç biçimleri Türk’ün inanç biçimleri değillerdi. Bunlarla sonuna kadar mücadele edeceklerdi. Türk; İslam yolunda İlahi Kelimetullah için sonuna kadar mücadele edecekti. Türk İslam sentezinin en önemli figürü ‘Alperen’ idi. Alperenler,  Hoca Ahmet Yesevi geleneğine dayandırılıyor ve savaşta asker,  barışta derviş kişilerden bahsediliyordu. Devletin Komünizm karşıtı cephe içine sadece Türkçüleri alması yetmiyordu buna İslamcıları da eklemesi gerekiyordu. O nedenle artık eğitim ve siyasetin söylemi değişiyordu.

“İslami itikadlarla, Türk dini inanç sisteminin esasları arasında şaşılacak ölçüde bir mutabakat mevcut bulunmaktadır. Museviliğin Yahudilere has bir inanç vasfında olması, Hristiyanlığın ‘üçlü kişilik’ (Teslis-Trinity ) düşüncesine dayanması, Maniheizmdeki ikilik (Tesniye-Dualizm ), Budistlikte Tanrı kavramının bulunmayışı Türkleri tatmin etmemiş gibidir. Halbuki İslamiyetin ilan ettiği tek ve yaratıcı Allah, eski Türk inanç anlayışını tamamiyle kavramış durumda idi. Yani Türkler adeta, yeni bir din değil, kendi kadim inançlarına çok daha sağlam, kitabi, inandırıcı bir sisteme girdikleri inancında idiler.” [4]

Kafesoğlu bu paragrafta adeta İslam Türkler için tek olabilecek bir dindi algısı yaratmaya çalışıyor. Zaten eskidende tek bir Tanrıya inanırlardı o yüzden İslam o bünyeye tam oturdu ve İslam adeta Türkler için yaratılmıştır demeye çalışıyor.  Oysaki Türkler kendi inanç biçimleri dışında bütün evrensel dinlere tabi olmuşlardır. Musevilik dahi bunun içindedir ve Hazar imparatorluğu Museviliği resmi dinleri olarak kabul etmişlerdir.  Jean Paul Roux Türklerin Tarihi kitabında Türklerin bütün evrensel dinlere kendi bir takım ayinlerini devam ettirebilmek kaydıyla tabi olduklarını söyler.

Kafesoğlu Türklerin akılcı ve mutedil bir din anlayışına sahip olduklarını söyler ve Selçuklular’dan itibaren İslam dünyasını Türklerin yönettiğini, iktidar yetkisini hiç vermediklerini bunu ise İslam’ı içinde bulunduğu karışıklıktan çıkarmaları dolayısı ile elde ettiklerini anlatır. Buradaki esas mesele aslında Türklerin o tarihten itibaren Sünni olduklarını ve Sünni dünyanın reisi olduklarını söyler.

“Selçuklular İslam dünyasında siyasi birliği kurmuşlar, huzuru sağlamışlardı. Fakat mühim bir vazifeleri daha vardı. Ülkeyi kaynayan bir kazan haline getiren mezhep anlaşmazlıklarını ortadan kaldırmak. Yani Şiilik, Batınılik gibi Rafızi düşünceleri Sünni akideler etrafında birleştirmek. Zira kendileri, Türk düşüncesine en uygun düşen bu mezhepte ve çoğunlukla Hanefilik kolunda idiler.” [5]

Evet; Üç tarzı siyasetin üçüncüsü artık yavaş yavaş eğitim yoluyla Türkiye Siyasi hayatına giriyordu. İdeolojik olarak hiç gündemden düşmeyen Türkçülük fikri artık, İslamcılık ideolojisiyle birleştirilmeye başlamıştı. Hem de bu bir yandan da ağır bir Sünnilik teziyle birlikte işliyordu. Türkiye 12 Eylül darbesine giderken,  devlet artık Sünni kitleleri kendine daha bağımlı hale getirecek bir yolda bulmuştu. Nitekim MHP 12 Eylül yargılamalarında biz zindandayız ama fikrimiz iktidarda diyordu.

[1] Türk Tarih Tezinden, Türk İslam Sentezine, Etienne Copeux, s.130

[2] Türk Tarih Tezinden, Türk İslam Sentezine, Etienne Copeux 132-133

[3] Türk Tarih Tezinden, Türk İslam Sentezine, Etienne Copeux 116-117

[4] Türk İslam Sentezi, İbrahim Kafesoğlu, s.160-161

[5] Türk İslam Sentezi, İbrahim Kafesoğlu, s.183

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir