Tavizsiz Bir Anti-emperyalist: Atasoy Müftüoğlu Düşüncesi, Kavramları, Dili

Giriş

Türkiye’de İslamcılığın kökenleri hakkında çok çeşitli fikirler ve tartışmalar vardır. Ancak kabul gören ortak bir gerçek Türkiye’de İslamcılığın 1908 sonrası yükselişe geçerek en parlak yıllarını yaşadığıdır. O dönemin fikri merkezi Sırat-ı Müstakim dergisi tüm İslam âleminde etki uyandırmıştır. 1918’den itibaren aydınlar Türkçülüğe yönelse de İslamcılık temel bir siyasal akım olarak varlığını korudu ve hatta milli mücadeleye rengini verdi. Fakat Kemalist cumhuriyet İslamcılıkta ciddi bir kırılmaya neden oldu. İstiklal mahkemelerinde sadece tarikat mensubu olduğu için insanlar idam edilmiş, uzun süreliğine İslam siyasal alandan uzaklaştırılmış ve hatta kent hayatından silinmiştir.

1946 sonrası Demokrat Parti’nin etkisi ve Soğuk Savaş’ın gereklilikleri üzerine İslam toplumsal hayatta yeniden görünürlük kazanmıştır. Fakat bu İslam daha çok devlet dini niteliğindedir. Cemaatler geçmiş dönemin tecrübeleri gereği devlete yakın, muhafazakâr ve milliyetçi bir dil kullanmaktadır. 1960’larla birlikte çeviri faaliyetleri yoğunlaşmış, 70’li yıllarda ise gençlik arasında etkileri görülmeye başlamıştır. Mevdudi, Seyyid Kutub, İmam Humeyni, Ali Şeriati çevirileri yeni bir heyecan uyandırmış ve İslamcılık muhafazakârlıktan ve milliyetçilikten sıyrılmaya başlamıştır. Bu dönemin isimlerinden biri de Atasoy Müftüoğlu’dur.

Hayatı

1942 Trabzon Çaykara doğumlu. Eğitimine Ankara’da başladı. Lisesini farklı illerde okudu. Gençliğinde Diriliş, Büyük Doğu ve Millet çevreleriyle irtibat kurdu. Bir dönem vekil öğretmenlik yaptı. Yazmaya 1960’da başladı ancak asıl eserlerini 1966’da Eskişehir’e taşındıktan sonra vermeye başladı. 1971 yılında Eskişehir’de Deneme adlı bir edebiyat dergisi yayımladı. Diriliş, Deneme, Edebiyat, Mavera, Selam, Edebi Pankart, Vuslat, Bilge Adam ve Ümran dergilerinde yazılar kaleme aldı. Yeni Devir, Büyük Doğu, Yeni İstiklal, Yeni İstanbul, Yeni Şafak gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Pek çok Müslüman ülkede ve Avrupa ülkesinde konferanslara katıldı.

Genellikle deneme türü ile fikirlerini aktarmaya çalışan yazarın çoğu Hece Yayınları tarafından yeniden basılmış olmak üzere 21 tane yayınlanmış kitabı vardır. Şu sıralar rahatsızlığı nedeniyle konferans ve yazılarına ara verdiği zamanlar olsa da halen yazmakta ve panellere katılmaya devam etmektedir.

Karşıtlıklar üzerinden inşa edilen düşünce

Atasoy Müftüoğlu ömrünü İslam’ın yeniden siyasallaşması ve sosyal hayata egemen olmasına adamış bir dava adamıdır. İslam’ı yeniden egemen kılmak için Batı’nın her türlü tesiriyle hesaplaşmaya girilmelidir. Bu hesaplaşmayı karşıtlıklar üzerinden Müslüman’ın bilincinde oluşturmak ister. Düşüncesinin aktarımında dilini karşıtlıklar üzerine kurar. Böylelikle mümini dış etkilerden korur ve onun kendi gündemlerini oluşturmasını sağlar.

En çok öne çıkan karşılaştırmayı İslam toplumu ile çağdaş/modern toplum arasında yapar. Modern toplum ve İslam toplumu ayrı değer ve kurumlara sahiptir. Çağdaş dünya teknik gelişmelerle öne çıkmasına rağmen içi boşalmış değerler dayatmaktadır. Bu teknik gelişmeler korkunç sonuçlar doğurmuştur. Çağdaş toplum tüketim toplumundan ibarettir. Sahtekârlıklarla doludur. İnsan özüne yabancılaşır, bencilleşir. Çağdaş insan hesapçıdır. Çağdaş dünya kötülüklerin güvence altına alındığı ruhsuz bir dünyadır. Sürekli olarak kölelik üretir ve bu aykırılıkları bilimsellik kılıfıyla örter. Modern dünya arzu ve korkulara dayanır. Modernizm kendisini kültür üzerinden egemen kılar ve temel araçları medya ve reklamlardır. Kitle iletişim araçları birer fitne aygıtı olarak evlerimizin içerisine kadar girmektedir. Modern kültür kendisini ulusalcılık fikri üzerinden meşrulaştırır. Ulusçu fikirlerle zihnimiz esir alınır.

Mümin sürekli olarak çağdaş toplumu eleştirmeli ve özeleştiri halinde olmalıdır. Modern sistemlere, küfre bir ulus, İslam’a ayrı bir ulus olarak bakmalıdır. Dini modern kültürden arındırmak gerekir. Modern disiplinlerin yöntemleri benimsenmemeli, tevhidi bilinçle modern düşünce sorgulanmalıdır. Bütün modern sistemlerin kaynağı Yunan düşüncesidir. Modern insan bireyci, bencil, sorumsuz, aldırmaz, umursamaz, modern tabuların esiridir ve korkularla doludur.

Neredeyse tüm eserlerinde geçen bir diğer ayrım Müslüman – muhafazakâr kıyasıdır. Müslüman için tek geçerli model Hz. Muhammed’dir. Muhafazakâr ise cemaat liderlerini kutsallaştırır, o cemaatin kitaplarını diğer tüm kitaplardan üstün tutmaktadır. Muhafazakâr toprak, aile, ulus, kan bağını önemser. İslam’ı millileştirme, Müslümanları ehlileştirme kaygısı güder. Müslüman için tek geçerli bağ müminler arasındaki kardeşlik bağıdır. Onun kaynağı ise Kur’an ve sünnettir. Müslümanın tek kaygısı Allah’a yönelmek ve O’na yaraşır kul olmaktır. Müslüman her koşulda mazlumun yanında olmak zorundadır. Mazluma öncülük etmesi için ahlaklı olmak zorundadır. Dini kimliğini hayatın diğer alanlarından ayıramaz. Örneğin iktisadi yaşantısını dine göre düzenlemelidir. Bilmelidir ki mal yığmak gönüllere giden yolları tıkar.[1] Müslüman gelenekçilikten, dogmatizmden, mistisizm ve maneviyatçılıktan uzak durmalıdır. “Müslümanlar ya din dışı bir hayatın ya da hayat dışında bir dinin kurbanları haline gelmişlerdir.”[2] Müslüman sakıncasız sağcılığın şemsiyesi altından çıkmalıdır. Tevhidi kişiliği benimsemelidir.

Bir diğer ayrım da laik akıl ile vahiy esaslı akıl arasındadır. Laik aklın sınırları yoktur ve felaketlerin kaynağıdır. Zira Müftüoğlu, tarihi laik bilgi ile vahiy esaslı bilgi arasında geçen mücadele olarak yorumlar. Son 500 seneye hâkim olan tekno-bilimsel akıldır. Laik akıl insanı kutsallaştırarak Allah’ı devre dışı bırakmak ister.  Bunun entelektüel dünyaya yansıması laik aydın / İslami aydın olarak belirmektedir. Modernizme karşı İslam yenilmemiş, Müslümanlar yenilmiştir. Müslümanlar bu ezik durumlarından kaynaklı kendilerini çağdaş göstermeye çalışmakta, laik aydın sıfatını hak etmeye çalışmaktadır. Bu tür aydınların hiçbir değeri yoktur. Onlar modern ideolojilerin sözcüleridir. Her şeyi kendi durdukları yerden yorumlayıp sürekli fantezi üretmektedir. Bunlarda sorumluluk bilinci de zayıftır. Laik aydın halktan kopuktur ve bilerek halkla arasına mesafe koyar. Âlim/İslami aydın ise zamanı ve şartları bahane etmeden halk arasında bulunur ve Allah’ın kaidelerini yaygınlaştırmaya çalışır. Kitle kültüründen ve onu üreten araçlardan uzak durmalıdır. Çünkü kitle kültürü egemen ideolojinin söylemini taşır.[3]

Tavizsiz Anti-Emperyalist Duruş

Atasoy Hoca’nın ilk metinlerini kaleme aldığı dönem Soğuk Savaş’ın yaşandığı yıllardı. Bu dönemde Türkiye safını Amerika’dan yana belirlemiş. Devletle ilişkide olan cemaatler ve devlet dindarları Amerika’yla kutsal ittifak ilan etmiş ve komünizme karşı amansız bir mücadele yürütmektedir. Bu durum o kadar sıradanlaşmıştır ki Müslüman olmak Sovyet karşıtı sağcı olmak olarak algılanmaktadır. Müftüoğlu bu alışılageldik politik tutumu alt-üst edecek söylemler üretir. Müftüoğlu da Sovyet karşıtıdır ama asıl olarak hedefine Amerikan emperyalizmini koyar. Emperyalizmin temel gayesi dünya kaynaklarını daha fazla sömürmektir. İslam her zaman ABD için en büyük tehdit olmuştur. Örneğin İran İslam Devrimi ve Afganistan’daki tevhidi kıyam söz konusu olduğunda yeniden Haçlı ruhunu canlandırmaktadırlar. Ancak bazı Müslümanlar İslam’ın yanı sıra modern değerleri de benimseyerek emperyalizmin oyuncağı olmaktadır. Komünizme, “terörizme” karşı Amerika’nın menfaatleri gereği kullanılmaktadır.[4] Ne tuhaftır ki ABD emperyalizmi Pakistan, Sudan, Suudi Arabistan ve Türkiye’deki Müslümanları severken İran ve Lübnan Müslümanlarını sevmemektedir. ABD emperyalizmi İslami yapılara müdahale ederek, onları Sovyet tehdidi üzerinden kullanmıştır. Özellikle tarikatçı ve tasavvufçu gruplar sırf anti-komünist olduğu için sağcı-işbirlikçi iktidarları desteklemişlerdir.[5]

Günümüz Müslümanlarının tevhidi çizgide hareket edememesinin, eli kolu bağlı biçimde oturmasının sebebi zihinlerinin küresel egemen sistem tarafından esir alınmasından kaynaklanmaktadır. Bunu yerel iktidarlar aracılığıyla yapmaktadır. Emperyalistler ve egemenler halkların pasif Müslümanlığına ses çıkarmazken, yönetimin İslami olmasına tahammül edememektedir. Bu nedenle İslam ülkelerini kendilerine bağlı kılmak için ne idüğü belirsiz olan demokrasi rejimlerini dayatmaktadırlar. Demokrasilerde hiçbir zaman halkın çıkarlarını savunacak kimseler kazanmaz, her zaman küresel sisteme entegre olan siyasiler öne çıkar. İslami direniş marjinalleştirilmektedir. Direnen Müslümanlar terörist, fundamentalist veya radikal ilan edilmektedir. Tartışmalarımıza ve gündemlerimize emperyal seçkinler yön vermektedir.

Aziz İslam’ın kutsal merkezleri olan Kudüs ve Mekke emperyalizmin işgali altındadır. Her gün emperyalistler Irak’ta ve Afganistan’da Müslümanları katletmekte, İslam topraklarını yağmalamaktadır. Bu koşullar altında emperyalizmle ve Vatikan Hıristiyanlığıyla uzlaşmak imkânsızdır. Hoşgörücülük adı altında egemenlerle uzlaşanlar İslam’a ihanet içindedir. Müslüman emperyalizme ve liberal demokrasiye karşı uyanık olmalıdır. Günümüzde de benzeri senaryolar Arap topraklarında uygulanmaktadır. Küreselleşme ve araçları yoluyla güncel politik hadiselere bakışımız belirlenmektedir. Angelina Jolie bizim sözcümüz haline gelmiştir.[6]

Gelenekçi, teslimiyetçi cemaatler ve geçmiş masalıyla hesaplaşmak

Atasoy Müftüoğlu Müslümanlara sadece yeni olana değil eskiden kalana da şüpheyle bakmalarını tavsiye etmektedir. İslam toplumları başlarına gelen musibetlerin nedenlerini ararken kendilerine de bakmalıdır. Müslümanlar akla ve dolayısıyla tarihin özneliğine veda ettiklerinden beri içlerindeki ulusçuluk, mezhepçilik, hizipçilik ve hoşgörücülük belaları tarafından yıpratılmaktadır. Suçu hep muktedirlere yükleyemeyiz.

Sadece yeni düzenlere değil İslam diye ortaya konan anlatılara da karşı koymalıyız. Bugün kelam, fıkıh, tasavvuf gelenekleri dinin kendisinden önemli ve öncelikli bir konuma sahip olmuş durumda. Hiçbir şeyi bilemeyeceğini iddia eden sofist/mutasavvıf kafa bu dünyadan ve yakıcı sorunlardan kaçar. Salt ahreti düşünen bu akıl İslam’a ters düşmektedir.[7] İslam ilahi sevgiden ibaret bir din değildir. Tasavvufçuları karalamak gibi bir niyeti olmadığını belirtir Müftüoğlu. Eğer tasavvufçular naslara bağlı kalırsa ciddi bir ahlak okulu olabilir. Ancak bu ekoller zahiri bilgiyi geri plana atıp Bâtıni bilgiyi kutsallaştırıyor. Oysa İslam irfanının birinci kaynağı Kur’an’dır.

Din adına bağnazlık yaşatılmaktadır. Bu bozulmada Osmanlı Devleti’nin de payı vardır.[8] Bize intikal eden her eseri kutsallaştıramayız. Allah’a rağmen atalar geleneğini kutsayamayız. Nefsanî tevillerle İslam’dan uzaklaşan mümin birey cahili egemenliğe yaklaşmaktadır. Egemen resmi ideoloji İslam’a her alanda müdahale ederek, onu bir halk kültürüne dönüştürmeye çalışmaktadır. İslam atavizme kurban edilmektedir. Atavizm bir ırkın önceki kuşaklardan kalan mirasa ve geleneklere inanması, bunları korumakta ısrar etmesidir. Ataların geleneği İslam’dan daha değerli görülmektedir. Bu nedenlerle cami ve mescitler eski özelliklerini artık kaybetmiştir, birer devlet kurumuna dönüşmüştür. Tıpkı minareli halkevleri gibi olmuşlardır.[9] Milli marşa, bayrağa, tarihe kutsallık atfetmek antikacılık yapmaktır.[10]

Üstad Müftüoğlu en son çıkan kitaplarında ve son yıllarda yaptığı konuşmalarında gelenekçilik, ırkçılık ve milliciliği neonurculuktan ayırmamaktadır. Ve hatta Neonurculuk atavizmden daha tehlikeli bir niyete sahiptir. Atavizm ve gelenekçiler yenilgi ruh haliyle hareket ederken neonurcular bizatihi Siyonizm ve Amerikan emperyalizmi ile işbirliği halindedir. Yazarın iddiasına göre Gülen Cemaati modern-seküler düşünme biçimlerinin tesiri altında demokrasi ve hoşgörücülüğü Müslümanlara yaymaktadır. Artık Kur’an referans alınmamakta, demokrasi referans alınmaktadır. Mevlana ve Yunus Emre referans alınmaktadır. Cemaat liderleri fetişleştirilerek müminler sloganlarla hipnotize olmaktadır. Sayılara takılan bireyler bu cemaatin kalabalığından medet ummaktadır. Sayıları anlatmak kolaydır. Masal anlatarak, menkıbeler anlatarak sayıları çoğaltabiliriz. Ama asıl mesele imana dayalı bilinci inşa etmektir.

Neonurcular Türkçe milliyetçiliği yapmakta, muhafazakâr uyuşturucularla Müslümanları uyutmaktadır. Romantik yaklaşımlarla Ilımlı İslam projelerine alet olanlar, sanki Müslüman olmak bir kusurmuş gibi Batı’dan hoşgörü beklemektedir. Dinler arası diyalog çalışmalarıyla tüm dinlerin kaynağı aynıymış gibi davranılmakta, Aziz İslam Vatikan Hıristiyanlığı ile eşitlenmektedir. Bugün Libya ve Suriye’nin emperyalizm tarafından yeniden paylaşılmasına ve İran’ın yalnızlaştırılmasına çanak tutmaktadır bu cemaat.

Tekkeler, camiler, halk, akademisyenler, siyasi çevreler ayrı İslam’dan söz etmektedir. Her grup İslam’ın bir yönünü ele almaktadır. Ya da öyle aşırıya gidilmektedir ki haram-helal ayrımı kaldırılmaktadır. İslam’ın özü korunamadığı için yerine gelenekler ve ulusal özellikler geçmiştir. Gelenekçi eğilimler cihadı manevi bir uğraşa indirgemektedir. İslam’ı etkin yaşayamadığımız için sağcı, muhafazakar, mukaddesatçı, ne idüğü belirsiz tipleri kutsallaştırıyoruz.[11] Hâlbuki etnik ya da mezhepçi mutlakçılık yapanlar ümmet düşmanı, dolayısıyla din düşmanı olur.

Diğer bazı İslami gruplara ve ülkelere bakışı

Modern zamanlarda Müslümanlar iki ana eğilime sahiptir; düzen içi arayışlar ve düzen dışı arayışlar. Düzen dışı arayışlara İran, Lübnan ve Afganistan örnektir. Yazar her fırsatta İran İslam Devrimi’nin önemine vurgu yapmaktadır.  Bu devrim İslam’ı yeniden tarihin öznesi yapma yolunda önemli bir adımdır.

Laik dünya ve emperyalizm İslam’dan korktuğu için İran’ı kontrol altına almak istemektedir. Sadece emperyalizm değil Mekkeli ve Körfez sultanları da İran’ı ve Afganistan’ı önemsizleştirmek, yenilmelerini sağlamak için elinden geleni yapmaktadır. Birçok İslam ülkesi totaliter rejimlerle ABD’nin arka bahçesine döndürülmüştür. Bunların en kötüsü Mekke’deki faşist tiranlıktır. Başta Suudi Arabistan ve Rabıta olmak üzere pek çok ülkedeki İslami akımlar Amerika’nın işlettiği İran İslam Devrimi karşıtı değirmene su taşımaktadır.

İhvan da bu propagandadan etkilenmekte, cihatlara sırt çevirmektedir.[12] İhvan-ı Müslim, Cemaati İslam ve Tebliğ Cemaati gibi yapılar zalim de olsa kurulu düzene başkaldırmayı engellemekte, sadece nasihatçilikle yetinmektedir.[13] Yazar, İran’dan sadece övgüyle söz etmez. İran’ın da Humeyni’den sonra ama özellikle son yıllarda mezhepçiliğe ve ulusçuluğa savrulduğunu düşünmektedir. Fakat yine de İran’ın İslam devleti olmasından kaynaklı korunmasında yanadır. Selefiler içinse İslam’a yeni bir soluk kazandırdıkları yönünde bir yorum yapar.

Arap Baharı

Müftüoğlu Arap topraklarında yaşanan gelişmelere başından beri şüpheyle bakmaktadır. Hatta şüphenin ötesinde bu isyanların Batı tarafından yönlendirildiğini iddia etmektedir. Meydanlara inen kimi isyancılar samimi olsa da zihinleri liberalizm tarafından yönetilmektedir. Alanlara inenler ne istemediklerini bilmelerine rağmen ne istediklerini bilmemektedir. Buralarda harekete geçen İslami gruplar bir İslami projeden yoksunlar. Nahda ve İhvan-ı Müslim gibi İslami gruplar yeni bir İslami düzen kuracak birikime ve programa sahip değildir. Bu nedenle oluşacak yeni devletler ancak küresel sistemin parçası olur. Burada bir devrimden söz edebilmek için önce ortada örgütlü, nitelikli bir güç görmeliyiz.

Eski sömürgecilik medeniyet, yeni sömürgecilik ise insan hakları götürme iddiasıyla işgaller tezgâhlamaktadır. Batılı ekonomi ve eğitim modelleri dayatılmaktadır. Kaddafi ve Esad birer diktatör ve zalim olsa da yıkıldıklarında bölgeye hâkim olan ve olacak güçler küresel diktatörlüklerdir. Müslümanlar Suriye’de, İran’da küresel ihtiraslara, istikrarsızlaştırma politikalarına alet edilmektedir.[14] Libya’da olduğu gibi demokrasi ihracıyla ülkeler parçalanıyor ve ganimetler emperyalistler arasında yeniden pay ediliyor. Egemenler Libya’yı enerji planları gereği işgal etmekte ancak özgürlük vaat etmektedir.

Romantik beklentiler, nostaljik umutlara sahip kimseler bölgede İslami bir devrim olduğuna inanmaktadır. Bunlar gerçekleri görme yetisini kaybetmiş, büyük resmi göremeyen kimselerdir. Yerel diktatörlerin yerine küresel sermaye diktatörlüğü geçmektedir. Küreselleşme bizi medya aygıtları ve sosyal medya araçlarıyla esir almaktadır. Bilgi kirliliği yaratılarak yaşanan gelişmeler bize başka gösterilmektedir. El Cezire kanalı bu işin bir parçası olarak Arap dünyasındaki ayaklanmaları bir özgürleşme hareketi olarak göstermektedir.

Kimlik Problemleri

Düşünürün esas meselesi Müslüman bilincin modern dünya ile kopuşunu sağlamak olduğundan kimlik problemlerine fazla yer vermemektedir. 80-90 yıllarında çıkan kitaplarında kadına neredeyse hiç yer vermemekte ve hatta kadının kendisini bu düzende aşağılanmaya müsaade etmekle suçlamaktadır. Ancak son yıllarda kaleme aldığı denemelerinde kadın sorunuyla daha farklı bir ilişki kurduğunu gösteren cümlelere yer vermektedir. Ataerkil zihniyeti eleştirmekte, bu görüşün İslam’dan dışarı çıkarılması gerektiğini savunmakta ve kadının bizatihi bu zihin tarafından sömürüldüğünü dile getirebilmektedir.

Kürt kimlik sorunu hakkında da ayrıntılı değerlendirmeler bulmak zor. Daha çok ulus devlet eleştirisi yaparak Kürt sorununun kaynağına işaret etmektedir. Tıpkı kadın meselesi gibi ve hatta kadın sorunundan daha fazla biçimde son yıllarda Kürt sorunu hakkında daha fazla söz üretmekte ve cesaret göstermektedir. Bu konuda gerek hükümet yetkililerini gerekse de Gülen Cemaatini eleştirmekten geri durmaz.

Yazara göre Kürtler bir taraftan kendi ana dilini konuşmaktan, kendi renklerini kullanmaktan, kendi kültürünü yaşamaktan men ediliyor, diğer taraftan Türkçe olimpiyatları adı altında dilsel milliyetçilik yapılıyor. Kürt sorununun temelinde ulus-devlet meselesi, Türk sorunu vardır. Her ne kadar yer yer Kürt hareketinin şiddet araçlarına dayalı mücadelesine karşı ırkçılık yakıştırması yapsa da yürütülen silahlı mücadeleyi erdemli ve haklı bir tavır olarak da nitelemektedir.[15]

İslam ve Bilim

İslam asla bilime karşı değildir. İslam aklın kutsallaştırıldığı, Allah’ın saf dışı edildiği bilim anlayışına karşıdır. Batı değerlerin hepsini bir kenara koyarak teknik gelişmişliğe yöneldi. İmkânlarını da dünyayı sömürmek için kullandı.

Din sezgisel akıl ile maddi aklın birleşimidir. Biz maddi aklı bir kenara bıraktığımızdan beri tarih sahnesinden de silindik. Artık maddi akla daha fazla önem vermeli, bilgiye ve okuma faaliyetlerine yoğunlaşmalıyız.

Diğer bazı anahtar kelimeler

Yukarıda Atasoy Müftüoğlu’nun kullandığı anahtar kelimeleri anlattık. Fakat bu makalede sıralanan başlıkların altına giremeyen bazı anahtar kelimeler daha mevcut.

Hakikat: Kavram, birçok anlam ihtiva etse de soyut kalır netleşemez. Öne çıkan manası sistem oluşudur. Hakikat Allah’ın kendisi olur, kimliği belirleyen vahiy, hayata anlam katan şey, İslami ilkelerin tümü, insanın İslami özü, ilahi evrensel yasalardır. Hakikat bilincine ulaşan kişi çevre şartlarından soyutlanır ve kendisine yeni bir yöntem ve dil üretir. Hakikate varan Müslüman bunu diğer insanlara yaymakla sorumludur. Bu nedenle hep ahlaklı olmak ve insanlara yaklaşmak zorundadır. Hakikat kelimelerle ve oyunlarla örtülür. Ancak hakikati görmeyi engelleyen asıl şey insanın kendisine olan sevgisi ve inancıdır.

Tevhid Bilinci: İnsan belirsizliğini aşmak için tevhid bilincine yönelmelidir. Bu bilinç Müslümanlar üzerindeki örtüyü kaldıracaktır. Bağnazlıkları ve gelenekçiliği yok eder. Tevhid bir ses, bir kimlik, ruh, oluşum ve kişiliktir.

İbadet: İbadet ruhu Müslüman bilinci tazeler. Mümin ibadet ediyormuşçasına emperyalizme ve modern dünyaya karşı mücadele etmelidir. İbadet ruhu maddi dünyanın değer yoksunluğuna karşı, insani değerleri yeniden ayağa kaldırır. İbadet sorumluluğunu üstlenenler modernizm, ulusalcılık ve saltanatçı monarşilerle hesaplaşma içerisine girecektir.

Mücadele kavramları: Yazar militan Müslüman bireyin bilinicini inşa etmek, bu bilinci diri tutmak için feda, şahadet, kurtuluş, borç, sorumluluk, sadakat, cihad gibi kavramlara ağırlık verir.

Değerlerin düşünce inşasında kullanımı

Yazar düşüncesinin aktarımında, kendi deyimiyle Müslüman bilincinin inşasında değerlere atıflar yapar. Onur, şeref ve erdem sık kullandığı toplumsal değerlerdir. İnsan ancak imanla şereflenebilir. İnsana insan olma özelliklerini İslam kazandırır. Neoliberal hayat tarzı ahlakı, vicdanı yok edip insanları erdemlerine yabancılaştırıyor. Erdem, bilgelik, irfan, vicdan, merhamet para ile satın alınamayacak değerlerdir. Erdemli olmak da İslami politik duruşu gerçekleştirmekle mümkündür. İnsanlığın erdemlerini temsil etmek Müslümanların görevidir. Her şarta rağmen Müslüman onurlu, erdemli kalma cesaretini göstermelidir.[16]

Atasoy Müftüoğlu “Küresel Çağda Kaybolmak” adlı kitabında bir bölümün ismine “Erdemli Tanıklıklar” koymuştur. Erdem, siyasal alanda bir dayanak olarak kullanılagelir. İktidarda veya iktidara yakın bir mevkide görev alamayan kişi ya da grup varlığını erdemlilik üzerinden anlamlandırır.

Dil ve Anlatım

Atasoy Müftüoğlu deneme türünün anlatımda özgürlük tanıyan imkânlarını ustaca kullanıyor. Siyasal kurgusunu yaparken güzel söz söyleme sanatına başvuruyor. Okuyucuyu ikna etmek için edebi ve hatta şiirsel bir dil kullanıyor. Bu edebi, ağır, ağdalı dil tüm eserlerinde belirmektedir.

“Her gün, bir aydınlık sabahın sancısıyla sabaha çıkanlara düşen görev, bütün alanlarda sınırları gözetmek için birlikte bir güzel yarışa çıkmaktır.”[17]

“Bütün vakitler için indirilmiş nimetler vardır, bütün durumlar için indirilmiş bereketler vardır.”[18]

“Hayatı şiir gibidir onların, ölümleri şiir gibidir.”[19]

“Biz Müslümanız.

Biz vahiy yolunun işçileriyiz.

Biz tevhid yolunun muzdarip ama umutlu yolcularıyız.”[20]

Atasoy Müftüoğlu ilk eserlerinde güncel politikadan olabildiğince uzak duruyor. Sadece bazı bölümlerde İran İslam Devrimi’nin önemine vurgu yaparken, Suudi Arabistan yönetimini eleştiriyor. Güncel tartışmaların üstünde bir dil kuruyor. Zihnimizin modernizm tarafından nasıl yönetildiğini, çağdaş toplumun neye benzediğini ve İslami toplumun hangi bilinç üzerinden kurulacağını anlatıyor. Her ne kadar geleceğe dair umutla bakmayı tavsiye etse de karamsarlık tüm metinlerine hâkim.  Batı’nın İslam toprakları üzerindeki siyasi ve fikri hâkimiyetini ve Müslümanların durumunu anlatırken oldukça karamsar bir tablo çiziyor. Bu karamsarlığı mümini harekete geçirecek ve İslami bilinç kuşanmasını sağlayacak bir yöntem olarak kullanıyor.

Kitaplarında birden fazla deneme olsa da bütün denemeler neredeyse aynı konular etrafında dönüyor. Yıldan yıla içerikler genişlese de 1982’de hangi mevzulara değinse de 2012’de benzeri konulara değiniyor. Denemeler arasında konu birliği olsa da deneme içinde konu bütünlüğünü bulmak zor. Müftüoğlu belli gündemler üzerine yazıyor. Her denemede bu gündemlere değiniyor. Fakat gündemler arası geçişlilikler yok. Atlayarak geçişler yapıyor. Okuyucunun dikkatini toparlayarak metinleri takip etmesi gerekiyor.

Son Not

Atasoy Müftüoğlu’nun düşüncesini anlatmaya çalıştığım bu metne olabildiğince az katkı yapmaya çalıştım. Metin boyunca kullandığım birincil tekil şahsın özne olduğu cümleler de dâhil olmak üzere anlatılan her bölüm Müftüoğlu’nun fikrini aktarabilmek amacını taşır. Onun siyasal tutumunu değerlendirme işini daha kapsamlı biçimde başka bir yazıya bırakmayı tercih ediyorum. Bu yazı sadece bir giriş metni olarak kullanılabilir.

Belki gelecek metnin hangi eksende olacağına dair bir işaret olarak Müftüoğlu’nun şüpheci siyasal tutumunun onun nasıl politika altı kaldığını söylemek yeterlidir. Bu şüphecilik siyasal gündemin daha derinlikli kavranmasına yardımcı olsa da kişi ya da grubu hareketsiz kalmaya, sonuç alamayacak eylemlerle uğraşmaya sevk edebilir. Örneğin hocanın Arap Baharındaki tavrı belirsizleşiyor. Ne Esad ne de ÖSO denilerek erdemli bir tutum sergileniyor ancak mevcut politik sahanın dışına çıkılıyor. Fakat belirttiğim gibi bu başka bir yazının konusu olacak inşallah.


Kaynakça

Kitapları:

Müftüoğlu, Atasoy, Vakti Kuşanmak, Hece Yayınları, Nisan 2012, 1. Basım

Müftüoğlu, Atasoy, Furkan Günleri, Hece Yayınları, Nisan 2011, 1. Basım

Müftüoğlu, Atasoy, Tevhidi Gerçekliğin Işığında, Hece Yayınları, Kasım 2008, 1. Basım

Müftüoğlu, Atasoy, Rahman Ayetleri Karşısında, Hece Yayınları, Mayıs 2011, 1. Basım

Müftüoğlu, Atasoy, Vayhin Kılavuzluğu Altında, Hece Yayınları, Aralık 2008, 1. Basım

Müftüoğlu, Atasoy, Göklerin ve Yerin Dili, Hece Yayınları, Mayıs 2011, 1. Basım

Müftüoğlu, Atasoy, Sözün Erimi – Konuşmalar, Hece Yayınları, Ekim 2008, 1. Basım

Müftüoğlu, Atasoy, Küresel Çağda Kaybolmak, Hece Yayınları, Ekim 2011, 1. Basım

Müftüoğlu, Atasoy, Küresel Çağda Varolmak, Hece Yayınları, Eylül 2012, 1. Basım

Konuşmaları:

28.04.2011 İstanbul Konferansı

15.04.2012 Sakarya Konuşması

17.08.2012 İstanbul Kudüs Günü Konuşması

Hakkında çıkan yayın:

Irmağın İçli Sesi: Atasoy Müftüoğlu Kitabı, Haz. Hüseyin Su, Hece Yayınları, Aralık 2007, Ankara


[1] Vakti Kuşanmak, sf. 106.

[2] Tevhidi Gerçekliğin Işığında, sf. 23.

[3] Aydın kavramı üzerine yapılan tartışmalar daha çok “Vahyin Kılavuzluğu Altında” adlı kitapta geçer.

[4] Tevhidi Gerçekliğin Işığında, sf. 33.

[5] Rahman Ayetleri Karşısında, sf. 40-41.

[6] Küresel Çağda Varolmak, sf. 108.

[7] Vayhin Kılavuzluğu Altında, sf. 36-37.

[8] Tevhidi Gerçekliğin Işığında, sf. 52.

[9] Vayhin Kılavuzluğu Altında, sf. 58.

[10] Küresel Çağda Varolmak, sf. 39.

[11] Göklerin ve Yerin Dili, sf. 9.

[12] Rahman Ayetleri Karşısında, sf. 61.

[13] Rahman Ayetleri Karşısında, sf. 59.

[14] Küresel Çağda Varolmak, sf. 16.

[15] Küresel Çağda Kaybolmak, sf. 24.

[16] Küresel Çağda Varolmak, sf. 137, 148, 157.

[17] Vakti Kuşanmak, sf. 66.

[18] Vakti Kuşanmak, sf. 193.

[19] Furkan Günleri, sf. 46.

[20] Rahmanın Ayetleri Karşısında, sf.  72.

1 Response

  1. Asım Öz dedi ki:

    Yazının devamı olacak ikinci yazıyı beklemem gerekirdi belki ama ben ilk izlenimlerimi yazmadan duramadım: Atasoy Abinin İhvan ve Cemaati İslami hakkındaki kanaatleri ile Kelim Sıddıki’nin kanaatleri önemli ölçüde paraleldir. Kanaatimce siyasal değerlendirmelerinin karşılaştırılması oldukça yararlı olacaktır. Bu açıdan Mesel’de yayımlanan okuma listesi de öğreticidir. Öte yandan bu ortaklık üzerinden Türkiye İslamcılığının köklü değişimden yana olan kesimlerinin seksen sonrası süreciyle ikibinli yıllar ve sonrasındaki değerlendirmeleri açısından da üzerinde durulması gerekir. İhvana dönük bakış açılarının dönemsel farklılıklar bakımından irdelenmesi esasında- olumlu/olumsuz olmak bir yana- İslamcılığın değişim konusunda yaşadığı dönüşümün bir göstergesidir. Yazı yazdığı yayın organları bakımından İktibas’ın mutlaka anılması gerekir. Yeni Şafak’ta sanırım köşe yazarlığı yapmadı.Son bir yıldır aralıklı olarak yazılarının çıktığı derginin ‘yerlici’ düşünsel/siyasal konumu ile Müftüoğlu’nun konumu arasındaki fark da dikkate alınmalı. Hece’de bu minvalde yazılarının yayımlanmaması da düşündürücü. Siyasal konulardaki yorumlarında ise genel olarak şöyle bir durum var sanırım: Eleştirel sol literatürün Müftüoğlu yazısındaki izdüşümleri mutlaka irdelenmeli.(Bu konuda da Mesel’deki okuma listesine bakılabilir) Önemli açılımlar sunmakla birlikte bence bu irdeleme konusu aynı zamnada Türkiye İslamcılığının geçmişten bu yana yapmış olduğu siyasal değerlendirmelerin kendi kavramsal dünyalarıyla ilişkisi bakımından da önemlidir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir