Gönül-dağı Akif Emre

 

 

Halkı, halkçılığı önemseyen, üzerine kafa yoran bir ekip olarak Neşet Ertaş’ın vefatı kadim bir söz ve saz meselesi üzerine düşünmemiz, kafa yormamız için vesile oldu. Ertaş’ın açtığı gelenek, zanaatının imkanı, sanatının kıymeti güttüğümüz siyasetin temel kodlarıyla ciddi bağlar ve ortaklıklar içeriyor. Dolayısıyla bizim için Neşet Ertaş, bir pop figür yahut retro bir objeden fazlası; siyasal bir imkan ve dil meselesinin ta kendisi.

Akif Emre’nin bu yazısı da Ertaş üzerine yazılanlar arasında hem derdi, hem samimiyetiyle farklı bir noktada. Zira Emre her ne kadar bir dış politika, siyaset yazarı gibi gözükse de 90’lardan bu yana Yeni Şafak’ta yazdığı yazılarda, her daim gündeliğe, hayata, kültüre ve nihayetinde buralara dair olana bakan, bunları köşesine yansıtan bir kalem. Köşe yazılarından derlenen iki kitabı Göstergeler ve İzler de bunun en önemli örneği. Dolayısıyla son yazısı da bizim için Ertaş’a dair en okumaya değer metinlerden birisi. Zira biz onda hem Ertaş’ın serdengeçtiliğini hem de Emre’nin dürüst ve dolambaçsız samimiyetinin izini sürebiliyoruz.

Dağ, gönül ve insan arasındaki ilişkiye göz atan yazının, bu coğrafyadaki varoluş anlatılarına dair gözlemi epey kıymetli. Bu gözlem, aynı zamanda buraların dilinden inşa edilebilecek bir politik ontolojinin de ipuçlarını taşıyor. Biliyoruz ki iğneyle kuyu kazdığımız, bir çuval keçiboynuzu çiğneyip bir damla bal aldığımız bu macerada en çok da bu ipuçlarını aramalı, bunların peşine düşmeli.

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/AkifEmre/gonul-dagi/34249

 

 

Gönül-dağı

‘Gönül’ kelimesine sahip başka bir lisan var mı acaba yeryüzünde? Sadece ‘gönül’ kelimesine ve onun çağrışımlarına sahip olmak bu dili sevmek için yeter… Gönül üstüne söylenen şiirler bile bu dilin, ait olduğu kültürün zenginliğini, gönül kadar genişliğini göstermeye yeter…

‘Gönül çalabın tahtı / Çalap gönüle bahtı’ diyen Yunus’taki gönül tasavvuru karşısında kimin gönlü titremez? Yahut Fuzuli’nin çöl serinliğinde titreyen gönül sesinden ürpermeyecek bir kalp var mıdır?

Gönlümüz daraldıkça, gönülden ayrı kaldıkça dünyamız kararıyor. İnsanlığımızın üstüne gölgeler düşüyor. Gönlün anlamından uzak kaldıkça, gönle yabancılaştıkça, daha bir katılaşıyoruz. Katılaşıyor, daralıyor, bencilleşiyor, yani dünyevileşiyoruz…

Gönlün kararması önce benliğimizin, sonra dünyamızın ve evrenin gittikçe artan kesafette kararmasıdır.

Ama gönül yine de hep iyiye, güzele, doğruya, erdeme dair bir mana iklimini çağrıştırır, güzelliğin vadisine çağırır.

Gönül gibi sonsuz derinlik çağrıştıran bir kelimeyi ‘dağ’la yan yana getiren bir tasavvur yüceliğine sahip şu Anadolu insanı…

Gönül alabildiğine derin olduğu kadar, namütenahi mütevazı… Dağ alabildiğine azamet bir o kadar da yücelik duygusu vermez mi? Bu nasıl bir dil, düşünüş, alem tasavvurudur ki, dağ ve gönül bir araya getirilir?

Dağ haşmetin, gönül sonsuzluğun ufku…

Haşmet ve haşyet duygusunu birleştiren terkip… gönül dağı.

Dağlar hep çarpar insanı, ondan kaçamazsınız. Haşmeti karşısında ezilir, yüceliği idrak eder, yücelerin yücesini hatırlarsınız… Sonsuzluk düşüncesidir bende dağ… Her dağa tırmanışımda yaratılışı, Yaradan’ı ve yüceliğini daha bir idrak etmişimdir. Benliğimin tüm zerreleriyle Yaradan’a daha çok yaklaştığımı düşündürür dağ… O yüceliği yaratanın büyüklüğü, azameti, adeta titretir.

Dağ ne kadar müşahhas, ne kadar görünür halde ise gönül o kadar kendini saklar. İçimizde saklıdır gönül; kendimize sakladığımız gerçek benliğimizi, varoluşumuzun adeta sırrını besleriz orda… Çünkü, sonsuz bilinmeze yol açar gönül…

Biri haşmet ve haşyet duygusuyla sonsuza açılır, diğeri ilahi sırrı keşif yolculuğuna çıkartır…

Yüceliğin ve derinliğin ufkunda kainatı idrak edişin, kainatla iç içe oluşun ifadesi, bu denli çarpıcı bir terkibi, bu toprakların insanına özgü bir zenginlik sayıyorum… Çölün ıssızlığında gelişen muhayyile, deniz ufkunda sonsuz bilinmezlere yelken açan tecessüs, nasıl kaçınılmaz olarak ötelerden birer işaret peşinde insanoğlunu koşturmuşsa Anadolu bozkırında dağın yüceliğinden tenha gönlünün sessizliğine sığınan insanımızın Allah-evren-insan ilişkisini şekillendirmiştir az çok.

Yaşadığı coğrafyanın, iklimin inanç tezahürlerini, kainatla iç içe mistik bir duyguyla özümseyen insanımıza özgü bir terkip: Gönül dağı…

Ya bir de bu ‘gönül dağı’ viran olursa?

Sanki kainat göçer, ahenk bozulur, gönül katılaşır, yüce dağ üstümüze düşer…

Devamı için … http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/AkifEmre/gonul-dagi/34249

1 Response

  1. mehmet talha dedi ki:

    gönül dağı derken gönül dağlanmasından bahsediyor türkü, akif hoca farklı bir okuma yapmış.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir