Silikozis Belası ve Davutpaşa Patlaması

Söz konusu milletimizin “daha az eşit” üyeleriyse “kalan sağlar bizimdir.” Bir şeylerin çok ama çok ters gittiğini yüzümüze vuran iki büyük acı. Halının altına süpürdüklerimizin kafamızdan aşağı dökülmesi sanki. Gözleri olup da görmeyenlerin bile görmezden gelemeyecekleri buz dağının görünen yüzleri… İşyerlerinde iyi gitmeyen bir şeyler var. İşverenlerle işçiler, devletleriyle çalışanlar arasındaki ilişkilerde dengesizlikler, haksızlıklar, hukuksuzluklar var.

İnsanlar, hem de muhtemelen sizin bizim gibi normal insanlar, öyle bir hale geliyor ki çalıştırdıkları işçilerin çalışma koşullarından ötürü hasta olacaklarını bile bile onları çalıştırmaya devam ediyor. Üç kuruş, ya da bilmem kaç bin kuruş için. Çalışanlarını hasta ediyor, buna göz yumuyor, bu durumu işe yeni başvuranlardan gizliyor. Hasta olanlar işten ayrılınca nasıl olsa yenileri gelecek. Sigorta vs. zaten hak getire. “Kardeşim sen burada ne yapıyorsun, yaptığın şeyin sağlığa zararı nedir, ne değildir” diyecek bir devlet zaten ortada yok. Öte yandan işsizden, boğaz tokluğuna, kıt kanaat geçim için çalışmaya razı milyonlardan bol neyimiz var? Yeter ki tekstil sanayimiz gelişsin, ihracatımız artsın. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.

İstanbul’un ortasında, bilmeyenler için söyleyelim Davutpaşa dediğiniz yer Topkapı’dan minibüsle 15 dakikalık mesafede. İstanbul’un ortasında bir “garip” sanayi bölgesi, küçük sanayi ağırlıklı. Devlet kontrolü, iş müfettişi, zabıta vs. buralara pek uğramaz, uğrasa da uğramaz. Patlama olur, koca bir han havaya uçar. 20 kişi oracıkta can verir. O hanın yanındaki binada iki arkadaşım çalışıyordu, yine ufak bir atölyede. Bazı geceler vardiyada olduklarında denk getirince yanlarına gider, sohbet ederdik. O gün ne kadar korktuğumuzu hatırlıyorum. Olayın akşamında koşup, karşılaştığımız manzarayı da. Havaya uçmak deyimini o gün anladım. Kocaman işhanı gerçekten havaya uçmuştu. 20 kişi öldü gitti. Hemen hepsi o küçük atölyelerde ekmeğini kazanma derdinde insanlar. Yargılama ne oldu, kim ceza aldı, sorumlulardan hangisine ne oldu derseniz, ölenlerin yakınları veryansın ediyor: “Hükümette de muhalefette de takip sıfır. … Artık yeter, diyoruz. Çaresi yok, sorumlular hem de eksiksiz olarak yargılanacak.” İnşallah demekten fazlası elimizden gelmiyor.

Biri silikozis belası, öbürü Davutpaşa patlaması. Birincisi bugün Taraf gazetesinde, öbürü Radikal gazetesinde haber olmuş. Bunları o yüzden yazdım, hatırladım, sıkıldım, öfkelendim. Taraf, İdris Oral isimli 28 yaşındaki gencin silikozisten ötürü geçtiğimiz gün hayata gözlerini yumduğunu haber veriyor. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz. Haberde konuyu çok sahici bir şekilde anlatan bir başka silikozis hastası olan Abdülhalim arkadaşımızın  mektubuna yer verilmiş. Öte yandan Davutpaşa patlamasının ise 4. yıldönümü imiş dün ve patlamada yakınlarını kaybedenler, her yıl yaptıkları gibi patlama yerinde anma yapmışlar, yaslarını tazelemişler ve veryasın etmişler.

En azından seslerine ses katmış olalım.

Taraf

30.01.2012

Leyleğin Atılmış Yavruları

İdris Oral 28 yaşındaydı.Askerden gelmişti, köyde iş yoktu. Geçinmek için Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Taşlıçay Köyü’ndeki tüm yetişkin erkekleri gibi o da yıllar önce taşı toprağı altın denilen İstanbul’a gitti. Kendisinden önce giden hemşehrilerinin ve akrabalarının yardımıyla hemen bir kot taşlama atölyesinde işe girdi. İki yıla yakın çalıştıktan sonra hastalandı. Ne olduğunu tam olarak anlayamamıştı.Atölyede adeta Azrail gibi bahsedilen Silikozis’e yakalandığını ancak hastanedeki kontrollerde öğrendi. Diğer hasta arkadaşları gibi Bingöl-Erzurum- Ankara hastaneleri arasında tam 7 yıl tedavi olmaya çalıştı.Tüm çabalar sonuçsuz kaldı ve genç işçi önceki gün yaşamını yitirdi.

168 kişi ölümü bekliyor

Oral’ın köyü Taşlıçay ise bu acıya alışkın aslında. Köyde bu güne değin tam 7 kişi silikozisten yaşamını yitirdi. Şu an dördü ağır olmak üzere tam 168 kişi de silikozisle mücadele ediyor.

Leyleğin atılmış yavruları

Silikozis işçilerinin ve Taşlıçay Köyü’nün acı öyküsünü belki de en iyi anlatan satırlar ise yine bir silikozis hastasına ait. Taşlıçay’da yaşam savaşı veren Abdülhalim Demir isimli gencin kaleme aldığı “Leyleğin atılmış yavruları” isimli mektubu şöyle:

“Leyleklerin yuvada besleyebileceğinden çok yavrusu olunca, yetiştirebileceği kadar yavruyu yuvada bırakıp, fazla olanları yuvadan atar.

Bizler Bingöl’ ün Karlıova ilçesi Taşlıçay köyünde doğduk. 1990′lı yıllara kadar hayvancılıkla olan geçimimiz iyi safhadaydı.

Köyümüzün toplam 32 bin küçükbaş hayvanı vardı. Herkesin hayatı güllük gülistanlık iken köyümüze koruculuk getirildi. Köyümüz için pek de hayırlı olmayan günler de böylece başlamış oldu.Köyden 86 insan korucu seçildi. 2 bin 100 nüfuslu bir köyde 86 kişinin, bu kişilerin ailelerini de 10 kişiden sayarsak, yalnızca 860 kişinin istihdamı sağlandı.

Herkes yaylaya çıkamadığı için hayvanlarını satmak zorunda kaldı. Geri kalanların göç etmekten, gençlerin gurbete çıkıp çalışmaktan başka çareleri kalmadı. Gurbete gelenlerden biri de bendim. Maddi imkansızlıklar yüzünden okulu bırakıp İstanbul’a geldim. Çocuk yaşta olduğum için iş bulmakta zorlandım epey.

Önceleri bulduğum iş yerlerinde, yatma yeri vermedikleri için çalışamadım.
Sonra İstanbul’a daha önce gelmiş arkadaşlarımızın çalıştığı kumlama atölyelerinde çalışmaya başladım.

Bu atölyelerde yatma yeri veriyorlardı. Normal diğer iş yerlerinde çalışan kişilerle maaşlarımız aynıydı. Bize cazip gelişi sadece yatacak yer verdiklerindendi.

Kumlama, Türkiye’ye yeni geldiği için fazla gelişmemişti. Karanlık bir odada deniz kumuyla kot beyazlatılıyordu. Kum fazla harcanmasın diye de odalara ufak fan takılıyordu.

Bu işlerde çalışanlar ya bizim gibi yatma yeri sıkıntısı çekenler ya da yabancı uyruklu işçilerdi.

1999 yılında rodeo (kumlama) çok aşırı parladı. Neredeyse piyasaya sürülen bütün kotlara beyazlatma yapılıyordu. Bir anda aldığımız maaşlar piyasanın iki üç katına çıktı. Herkes köydeki veya çevredeki eşine dostuna bu işi tavsiye etti. Burada başka işlerde çalışan arkadaşlar dahil işlerini bırakıp kumlama işine girdiler.

İstanbul’da iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar kumlama atölyesi varken bu sayı yüzlere kadar çıktı. Hiç kumlama nedir bilmeyen sermayedarlar bir kumlama ustasına 3 kuruş fazla verip himayesinde rodeo kurdular. Rodeo açmak için bir kompresör, bir hava tankı, birkaç püskürtme tabancasından başka sermaye gerekmiyordu. Unutmadan, kelepir bir bodrum bir de çalışacak işçi gerekliydi. Bizler İstanbul’a gelip 1 sene 10 ay çalışıp, köyümüze 15 gün dinlenmeye giderdik.

Sigorta nedir duymuştuk ama ne için gerekli olduğunu anlatmamışlardı.

Bizim gözümüzde sigorta 20 yıl aynı iş yerinde çalışanı emekli etmekti. Oysa sigorta hayatı garanti etmekmiş. Hadi bizler bilmiyorduk, peki devlet neredeydi; çalışan işyerleri vergiye tabiydi. Elektrik faturası ödüyorlardı, vergi ödüyorlardı. Peki merak etmiyorlar mıydı, bu iş yerinde ne üretiliyor, kimler çalışıyor. Sonuç itibariyle; senin belli iş yasaların ve bunun denetimi için kurumların var.

Sen buraya elektrik, su verip vergi alıyorsan, merak edip denetleyeceksin; şartlara uygun, koyduğun yasaya uygunsa çalışma ruhsatı vereceksin.Ve şu an hepimiz hastayız, hem de tedavisi olmayan bir hastalık. Sadece köyümüzde resmi olan hasta sayısı 168. Doktora gitmeyenlerle beraber 300 kişi hasta ve çaresiz ölümü bekliyoruz. Türkiye’nin birçok bölgesinde bu işten hastalanmış işçiler var. Bizim hikayemiz böyleydi; onlarınki kim bilir nasıl?

Şimdiye kadar üç arkadaşımızı kaybettik ve yatağa mahkum dört arkadaşımız var; yaşamları oksijen tüpüne bağlı. Aslında hepimiz perişanız çünkü çalışamıyoruz, yürümekte bile zorluk çekiyoruz.
Geçimi bize bağlı ailelerimiz var, onlara bakamıyoruz. Bu bize hastalıktan da çok koyuyor. Bizi bu hallere düşüren iş sahipleri kadar devlet de suçludur.

Bize sahip çıkmalıdır; bizi iyileştiremezse bile en azından bundan sonraki yaşamımızı garanti altına almalıdır.

Şimdi merak ediyorum yazımı okuyup bize sahip çıkacaklar mı? Yoksa bu leylek hikayesine gerçekten inanacağım… Acaba atılmış yavrular biz miyiz?”

Radikal

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=977767&Date=31.01.2010&CategoryID=77

Davutpaşa faciasında ölenler anıldı

31/01/2010 19:32

Davutpaşa’daki patlamada yaşamını yitiren 20 kişi anıldı. Ölenlerin yakınları sorumluların ceza almamasını eleştirdi

İSTANBUL Davutpaşa Çifte Havuzlar Caddesi’ndeki Şişecam Fabrikası yanındaki 5 katlı bir iş merkezinde 31 Ocak 2008 tarihinde yaşanan patlamada yaşamını yitirenler anıldı. Facianın 4. yıldönümünde hayatını kaybedenlerin yakınlarının düzenlediği anma töreninde “Davutpaşa’yı unutma unutturma” “İş kazası değil bu bir cinayet” “Çaresi yok, bütün sorumlular yargılanacak” yazılı pankart ve dövizler taşındı.

Patlamanın gerçekleştiği yere kortej halinde gelen grup, hayatını kaybeden işçilerin fotoğraflarının bulunduğu platforma çiçek bıraktı. Grup adına açıklama yapan Mehmet Kara, “Aileler olarak topluca Ankara’ya gittik. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu nezdinde girişimde bulunduk. Kaygılarımız yazılı ve sözlü olarak paylaştık. TBMM’de milletvekili bulunan siyasi partileri ziyaret ettik. Hükümette de muhalefet de takip sıfır. İstanbul Valiliği ve Büyükşehir Belediye Başkanlığından görüşmek için randevu istedik, vermediler. Artık yeter, diyoruz. Çaresi yok sorumlular hem de eksiksiz olarak yargılanacak. Bizler ‘Bir daha Davutpaşalar olmasın’ diyoruz. Yetkililere sesleniyoruz. Yargılama üzerinde vesayet oluşturmayın. Patlamanın olduğu alanın kaybettiklerimiz anısına park yapılmasını istiyoruz.”
Patlamada eşini kaybeden Fadime Tayranoğlu “Suçluların yargılanmasını istiyoruz. Bizim canımız gitti, başkalarınki gitmesin. Bunları lütfen denetlesinler” dedi. Faciada babasını kaybeden 7 yaşındaki Koray Vural “3 kardeşiz. Annem de bize yetmeye çalışıyor. Babamı özlüyorum, her gece ağlıyorum. Herkesin annesi babası almaya geliyor, babasını gördüğüm zaman ağlıyorum, üzülüyorum ama ağlamamaya çalışıyorum. Babamın emekli maaşıyla geçiniyoruz. Onu özlüyor, her gece resmine bakıyorum.” diye konuştu.

Grup anma töreninin ardından olaysız şekilde dağıldı. 31 Ocak 2008 tarihinde, bir maytap atölyesinde buhar kazanının patlaması sonucu bina çökmüş ve enkaz altında kalan 20 kişi hayatını kaybetmiş, 117 kişi de yaralanmıştı. (dha)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir