Barış Manço için

Barış Manço da Cem Karaca da “seksenlerde çocuk olan” pek çoğumuz için hayati isimler. Teyp olan evlerin ideolojik haritasını, sadece Barış Manço kasedi olanlar, sadece Cem Karaca kasedi olanlar ve ikisi birden olanlar şeklinde çıkarmak bile mümkündür belki. Alp arkadaşımız, kendi biyografisinden hareketle kaleme aldığı yazısında, çocukluk yıllarımızın somut gerçeklerinden olan Manço-Karaca üzerinden bazı sosyolojik-politik tespitler yapıyor ve Barış Manço’yu “yerleşik sağ-sol kalıbının dışında düşünme vesilesi” olarak niteliyor.

Barış Manço için

Barış Manço’ya dair ne desek az. Öldüğünde lise 2’deydim, iki gece Moda’daki evinin önünde sabahlamıştık. Kendimizden geçmiştik. Ortaokul ve lise yıllarında solcuydum, üniversite yıllarında olduğu gibi. Bir şekilde ahbap olduğum, ama faşizan bir arkadaşım vardı. Hatta bir ara bildiğin “Avrupai” faşistlere özenerek okulda beyaz gömlek kırmızı kravat giyip, askeri düzen, üniforma ortalıkta dolanmışlardı. Allah akıl fikir versin. Fazla sürmedi zaten. Neyse, bu arkadaşla Barış Manço hastalığında ortaklaşırdık ama. Bana ilk Ahmet Kaya kasedini veren de faşistliğe özenen bir başka arkadaşımdı. Hem de “Şarkılarım Dağlara” kasedini. Ahmet Kaya’nın hastasıydı, sonra bıraktı gerçi ama o zamanlarda “bir huylanıyorum, ama dinlemeden duramıyorum” diyordu. Biz o zamanlar sol kontenjandan Grup Yorum dinliyorduk, aşağısı kurtarmıyordu. Ahmet Kaya “arabesk” gibi geliyordu. Allah akıl fikir versin…

Cem Karaca’yı hiç Barış Manço kadar sevemedim. Bir ara kendimi zorladığımı hatırlıyorum seveyim, öğreneyim diye, ama kısmet olmadı. Zaten Manço’nun “karşı”, Karaca’nın ise “bizim” taraftan olduğunu da çok geç öğrendim. Bunu bana niye söylemediniz diye düşündüğümü hatırlıyorum. Erken öğrensem kendimi terbiye ederdim belki.

Cem Karaca türkü söylemediği zamanlarda fazlasıyla tuhaf ve garipti. Misal “Askaros Deresi”ni ya da “Üryan Geldim”i çok güzel söylüyordu da; özgün şarkılarında söyleyiş tarzı, sözleri, vurguları vs. genelde çok abartılı, teatral ve “tribal” geliyordu. “Tamirci Çırağı”nı severdim biraz, o da biraz tuhaftı aslında, ama yine de enteresandı, romantizmi hoştu. Ve elbet “Yoksulluk Kader Olmaz” gibi müthiş olmuş şarkılar da var, yok değil. Diyeceksiniz Barış Manço abartı değil miydi? Elbet onun da bir yönde abartıya kaçtığı oluyordu, hele kılık kıyafet yönetmeliğinde. Ama şarkı sözleri, kullandığı deyim ve deyişler, atasözleri, geçmişten gelen, tanıdıklık ve yerlilik kokan hikayeleri, sözleri, yumuşak sesi ve söyleyiş tarzı… Kesinlikle avangarttı, yine lise yıllarında hastası olduğum Pink Floyd’un yerlisiydi, muhteşemdi. Hâlâ da öyle.

Bu muhabbetin elbette “7’den 77’ye” ile bir ilgisi var, 80’ler kuşağıyız, onunla büyüdük zaten. 70’lerdeki müziğini keşfettiğimde kendisi benim için çok tanıdık bir simaydı zaten hali hazırda. Ama bu çocukluk hastalığı ana belirleyici olmadı hiç. 80’lerdeki orglu pop sound’u tabii ki 70’lerdeki saykodelik sound’unun ihtişamı yanında biraz yavan kalıyor, ama sözlerde devamlılık esas. Nane Limon Kabuğu’ndaki ve nicelerindeki Ozan Barış, Halil İbrahim’den ve nicelerinden gelen ana damarının devamıdır şüphesiz.

Üç kuşaktan gelen ve oğla emanet edilen ve büyük sevdalara tanık olmuş bir fincanın hikayesini babamız anlatırmışçasına dinlerdik. Sakız Hanım’la Mahur Bey’i tanımış gibi severdik. Tatlı komşu Ayşe Teyze’ye ve emekli Salih Öğretmen’e biz de merhaba derdik. Kul Ahmet’in ceketinin kerametine meraklanır, iki longplay’i bir araya getiren Sarı Çizmeli Mehmet Ağa efsane kasedinde kendimizden geçerdik. Bir deyimden, bir atasözüne, öbüründen bir başka deyime geçişlerde nefes nefese kalır, memleket ahalisinin tümcelere doldurduğu bilgeliği ondan öğrenir, farkına varır, bir oh çekerdik. Oh derdik, çünkü halkla, burasıyla, yüzyılların birikimiyle içimiz ısınırdı. Memleketi ve halkını sever, heyecanlanır ve umutlanırdık. Komşu Kızı Zehra, Arkadaşım Eşek gibi geyik şarkılarında ise eğlenmemek ne mümkün!

Epeydir dinlemiyormuşum yalan yok. Müzikle aram zayıfladı, bu vesileyle toparlarız inşallah. İftarlar için slogan üretelim derken Ali her zamanki gibi turnayı gözünden vurmuş, Halil İbrahim Sofrası şarkı sözlerini komple almış slogan kağıdına. Bir satırı çıkartmaya kıyamamış yani. Tabii ki bildiğim ve sevdiğim bir şarkıydı, ama bu kadar mıymış, bu kadarı olur muymuş? Olurmuş.

Benim yerleşik sağ-sol kalıbının dışında düşünmeme vesile olan birkaç biyografik ve duygusal nirengi noktamdan biri kendisi. Çok sonraları anladım. Bugün bir kez daha hatırladım.

Ruhu şad olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir