Immanuel Wallerstein’in Dünya Sistemleri ile Michael Mann’in İktidar Teorisinin Karşılaştırması

Immanuel Wallerstein ve Michael Mann makro tarihsel sosyoloji konuları çalışan 70’ler sonrası etkili olmuş tarihsel sosyolojinin iki önemli ismidir. İkisi de belirli konular üzerinde uzun ölçekli tarihsel dönemleri kapsayan çalışmalar yapmışlardır. Modern Dünya Sistemi analiziyle sosyal bilimlerde önemli bir damarın açılmasına yol açan Wallerstein kapitalizmin tarihsel gelişimine odaklanırken, Michael Mann tarihin başlangıcından bugüne dek iktidarın (social power) kaynaklarını ele almıştır. Wallerstein tarihsel araştırmaya yönelen Marksistlerden iken, Michael Mann Neo-Weberyen sosyoloji geleneğinden sayılabilir. Bu yazıda tarihsel sosyolojinin bu iki önemli isminin metodolojik yaklaşımlarını karşılaştırmalı olarak ele almaya çalışacağım. 

Klasik Marksist düşünürlerin aksine, Wallerstein kapitalizmi uzun dönemi  kapsayan bir dünya tarihsel sistem olarak incelemiştir ve bu yüzden analiz birimi olarak işçiler ve sınıfları dar bulduğu için onların yerine daha geniş anlamda modern dünya sistemine odaklanmıştır (Ritzer, s.305). Wallerstein’e göre kapitalizm kökeni 16. yüzyıla uzanan bir dünya-sistemdir. Avrupa temelli kapitalist tarımsal üretim ile beraber bir sistem olarak dünya ekonomisi ortaya çıkmıştır ve  Avrupa’nın ekonomik egemenliğine dayanır. Kapitalist dünya-ekonominin bu karakteristiği önceki siyasi egemenliğe dayanan dünya sistemlerinden ayrılır . Kapitalist sistemde üretimin amacı, sistemin dayandığı sermaye birikimidir. Ayrıca kapitalist sistem bölgeleri artı-değerin mübadelesi temelinde merkez-çevre ülkeleri olarak böler. Bir başka deyişle, Wallerstein dünya genelinde iş bölümüne dikkat çeker. “Kapitalist dünya sisteminin farklı bölümleri belirli işçi türlerinin üretiminde uzlaşmaya başlar. Örneğin, Afrika işçi üretiyordu; batı ve güney Avrupa’da birçok köylü kiracı çiftçisi vardı; Batı Avrupa aynı zamanda ücretli işçilerin, egemen sınıfların ve diğer vasıflı ve denetleyici personel kanalının da merkeziydi.”(s.308) Merkez bölgedeki devletler güçlü siyasal ekonomik sistemler geliştirdikleri halde çevre görece zayıf devletler geliştirdi. Buna ek olarak, Wallerstein’in dünya sisteminin analizi merkez, çevre ve yarı-çevre ülkelerinin arasındaki bağımlılık ilişkilerini de içerir ve Wallerstein’e göre modern dünya sistemi artı-değerin üretimi ve sermayenin biriktirilmesi sebebiyle yerküre boyunca genişlemek zorundadır. Bu bakımdan modern dünya sistemi siyasi sömürüye değil, ekonomik sömürüye ve dünya çapında ekonomik iş bölümüne dayanır. Güçlü ve zayıf devletlerin dünya sisteminde farklı işlevleri vardır ve Wallerstein (2004) güçlü devletler tekellerini ve yarı-tekellerini koruma çabası içerisindeyken,  zayıf devletlerin üretim sürecine çok az etkisi olduğunu ve onların çoğunlukla kendisine verileni kabul etmeye zorlandıklarını ifade eder.(s.29) Ayrıca, Wallerstein ve dünya sistem analistlerine göre sosyal değişim spesifik olayları inceleyerek değil ancak uzun dönemli süreçlerin incelenmesiyle anlaşılabilir bu yüzden tarihsel yönelimli araştırmalara odaklanırlar. Wallerstein ve dünya-sistem analistleri modern dünya sisteminin çekim merkezinin zamanla değiştiğini söyler. 16. yüzyılda kapitalist üretimin yaygınlaşmaya başlamasıyla beraber Hollanda sistemin merkezi olmuştur, Hollanda’nın ardından 18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere ve Fransa 20. yüzyılda ise ABD modern dünya sisteminin merkezi olmuştur. Yukarıda ifade ettiğim gibi tarihsel olarak kapitalizm 16. yüzyılda başlamış ve 19. yüzyıl itibariyle neredeyse bütün dünyaya yayılmıştır. Buna ek olarak zaman ve mekan Wallerstein’in analizlerinde önemli unsurlardır ve dünya sistem analistleri için zaman ve mekan, bir şekilde orada olan ve içinde sosyal gerçekliği bulunan, değişmeyen dış gerçeklikler değildir. Birçok Marksist düşünürün tersine, Wallerstein “gelişme” kavramına eleştirel yaklaşır ve gelişmenin social development değil modern dünya sisteminin gelişimi olduğunu ifade eder. (Wallerstein, 2013, p.72)

Mahoney’e (2004) göre yapısalcı Marksistler, uyumlu üretim sistemlerine sahip bir sistem olarak kapitalist üretim tarzıyla ilgilenirler ve yapıları, tarihsel gelişmeleri ve değişimleri ele alırlar. Bu anlamda Wallerstein’in kavram ve araştırma stratejilerine baktığımızda, tarihsel örnekleri açıklamak için genel bir model uyguladığını, anlamlı tarihsel izahlar (meaningful historical interpretations) geliştirdiğini ve  çalışmalarında tümevarım yöntemiyle sosyal sistemi ve dünya genelindeki iş bölümünü analiz ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Wallerstein sosyal bilimler üzerine de oldukça önemli ve zihin açıcı tespitler yapmıştır. 19. yüzyıl paradigmasının terk edilmesi gerektiğini savunmuş ve tarihsel sosyal bilimlerin aralarındaki ayrımların kaldırılması noktasında önemli metinler kaleme almıştır. En önemlilerinden bir tanesi “Sosyal Bilimleri Düşünmemek” (Unthinking Social Sciences) adlı çalışmasıdır. 1995 yılında toplanan ve “Sosyal Bilimleri açın” başlıklı bir rapor yayınlayan Gulbenkian Komisyonunun da başkanlığını yürütmüştür.  

Michael Mann ise çalışmalarında uzun vadeli sosyal güç kaynaklarını (power sources) ele alır. Mann’e göre güç “kişinin çevresine hakimiyet yoluyla hedeflere ulaşma ve takip etme yeteneğidir ”(Mann, s.6) Mann güç teorisini kaynaklar ve güç türleri açısından ele alır. Güç türleri de incelendiğinde, üç türe ayrılmıştır. Birincisi taraflar açısından bakıldığında kolektif (collective)  ve tevzii (distributive) olmak üzere iki kategoriye ayrılmıştır. Tevzii güç, bir tarafın kendi iradesini diğerlerine dayatması anlamına gelirken, kolektif güç, farklı gruplar aracılığıyla elde edilen gücün birbirleriyle işbirliği yapması anlamına gelir. İkinci olarak, tarafların denetleme ve insanlara yönelik örgütlenme kapasiteleri açısından bakıldığında, gücü yaygın (extensive) ve yoğun (intensive)  olmak üzere iki kategoriye ayırmıştır. Yaygın gücün, çok sayıda insanı geniş topraklarda örgütleme yeteneği olduğunu ve yoğun gücün, sıkı bir şekilde örgütlenebilme ve katılımcıların yüksek düzeyde bir seferberlik veya bağlılık emretme yeteneği olduğunu söylüyor. Kapsamlı güç, büyük bir nüfus ve geniş bir bölge üzerinde en azından asgari düzeyde uyum sağlama yeteneği anlamına gelirken yoğun güç ise bir grup içindeki yüksek bağlılık ve sıkı organizasyon tarafından üretilen kapasitedir. Ayrıca, insanları harekete geçirme yeteneği açısından buyurgan (authoritative) ve yayılımlı (diffused) güçten bahseder. Mann’e göre buyurgan güç “gruplar ve kurumlar üzerindeki emir ve itaati” tanımlar, dağınık güç “daha spontane, bilinçsiz, merkezden uzak bir şekilde bir nüfusa yayılır ve güç ilişkilerini somutlaştıran benzer sosyal uygulamalarla sonuçlanır” (Mann, s.8).  Yoğun ve buyurgan güç olarak orduyu örnek verir ve askeri imparatorluklar kapsamlı ve otoriter gücün örnekleridir. Genel grev, yoğun ve yayılımlı güce, piyasa mübadelesi ise Mann’e göre yaygın ve yayılımlı güce örnektir. Ayrıca Michael Mann iktidarın kaynaklarını izah ederken  sosyal iktidarın ideolojik, ekonomik, askeri ve siyasi güç olmak üzere dört kaynağından bahseder. Mann’a göre bu dört kategori bağımsızdır ve birbirlerine indirgenemezler. Bu şemayı açıklarken Marx, Weber ve Durkheim’in kavramlarına başvurur. İdeolojik iktidarı açıklarken, aşkın ideolojiye vurgu yapar ve ideolojik güç, “kutsal” bir otorite biçimi oluşturur. İdeolojiyi Durkheim dininin kutsallığına benzetiyor. Ayrıca Mann’e göre, “ideolojik iktidar, ortaya çıkan sosyal sorunlarla başa çıkmak için farklı bir sosyo-mekansal yöntem sunar.” (s.24) Diğer bir iktidar kaynağı ekonomi ise “doğadaki nesnelerin çıkarılması, dönüştürülmesi, dağıtılması ve tüketilmesinin sosyal organizasyonu yoluyla geçim ihtiyaçlarının karşılanmasından kaynaklanır.” Ekonomik üretim, dağıtım, mübadele ve tüketim toplumsal gelişmenin büyük bir bölümünü oluşturur, bu şekilde sınıflar toplumda toplumsal tabakalaşmaya yol açar. Mann, sınıf kavramına önem verse de sınıfı Marx gibi tarihin motoru olarak görmez. Ekonomik örgütlenmeyi uygulama döngüsü olarak adlandırıp  kapitalist toplumda zıtlığın aşırı olduğunu kabul etse de, bu zıtlığın tüm ekonomik güç örgütlerinde görülebileceğini ekler. Üçüncü sosyal iktidar kaynağı olarak Mann askeri iktidarı “organize fiziksel savunmanın gerekliliğinden ve bunun saldırganlık için yararlılığından kaynaklanan askeri güç olarak tanımlar(s.25). “Askeri iktidar ve siyasi iktidarı birbirinden ayırır ve orduyu, şiddeti harekete geçiren ve yoğun baskı uygulayan bağımsız bir iktidar kaynağı olarak görür. Mann’e göre ordu Napolyon savaşlarına kadar toplumsal değişimin en önemli belirleyicisiydi ve bu dönem içerisinde ülkeler, bütçelerinin büyük kısmını ordulara ayırmışlardır. Ülkelerin ordulara ayırdığı dev bütçelerinin bugün de aynı şekilde devam ettiği söylenebilir. Sosyal İktidarın dördüncü bileşeni  ise “sosyal ilişkilerin birçok yönünün merkezileştirilmiş, kurumsallaşmış, teritoryalleştirilmiş düzenlemelerinin yararlılığından kaynaklanan siyasi iktidardır”. Siyasi iktidar organizasyonunun devletlerin merkezileştirilmiş-teritoryal ve jeopolitik-diplomatik yönü olan iki yönüne dikkat çeker ve tek bir devletin tüm dünyayı domine edemeyeceğini söyler. Ayrıca Mann’e göre devlet, elitlerin toplum üzerindeki –bir tarafın iradesini diğerlerinin üzerinde zorla kabul ettirmesi anlamına gelen- tevzii gücüdür. (distributive power). Bu dört unsur ile Mann sosyal iktidarı çok geniş bir süreç içerisinde ( aslında insanlığın başlangıcından bugüne dek) kapsamlı bir şekilde inceliyor. Yukarıda bahsettiğim üzere Marx, Weber ve Durkheim’in kavramlarını kullansa da en çok Weber’den etkilendiği söylenebilir. Buna paralel bir şekilde, toplumun genel yasalarının bilinemeyeceğini ve toplumun sosyolojinin ürettiği teorilerden daha karmaşık olduğunu söyler. Bu bakımdan Michale Mann’in anti-pozitivist bir sosyolojik yaklaşıma sahip olduğu söylenebilir. Çalışmaları tarihsel-karşılaştırmalı çalışmalar olarak tanımlanabilir. 

Son olarak son zamanların en önemli iki tarihsel sosyoloğunu karşılaştırdığımızda Wallerstein Wallerstein ekonomiye, kapitalist üretim tarzına ve ekonomiye dayalı ülkeler arasındaki bağımlı ilişkilere ağırlık verir. Wallerstein ve diğer dünya sistem analistleri Marksizme yeni bir katkı yapmışlardır ancak yine de onlar için ekonomi modern dünya sisteminin en temel belirleyicisidir. Öte yandan, Mann için sosyal gücün dört bileşeninin her biri farklı zamanlarda ve mekanlarda ön planda olabilir. Her iki sosyolog da çok uzun bir zaman dilimini analiz etmişlerdir ancak Wallerstein çalışmalarında daha çok modern kapitalist döneme odaklanırken, Mann ise modern dönem öncesi imparatorlukları ve dönemleri de incelemiştir. 

KAYNAKÇA: 

  • Ardıç, N. (2012). İktidarın Dört Atlısı: Michael Mann ve Tarihsel Sosyoloji. içinde Toplum ve Bilim, 
  • Gulbenkain Komisyonu (1996). Sosyal Bilimleri Açın. Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılandırılması Üzerine Rapor. İstanbul: Metis Yayınları
  • Mahoney, J. (2004). Revisiting General Theory in Historical Sociology içinde Social Forces. Published by The University of North Carolina Press. pp. 459-489.
  • Mann, M. (1986). The sources of social power: volume 1, a history of power from the beginning to AD 1760 (Vol. 1). Cambridge University Press.
  • Ritzer, G. (2010). Sociological Theory. 8th ed. New York: Mcgraww Hill Press. 
  • Skocpol, T. (1984). 11. Emerging Agendas and Recurrent Strategies in Historical Sociology. Vision and Method in Historical Sociology, pp.356-391. 
  • Wallerstein, I. (1987). World-systems analysis. Durham and London: Duke University Press.
  • Wallerstein, I. (2016). Tarihsel Kapitalizm ve Kapitalist Uygarlık. İstanbul: Metis Yayınları. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir