Kuran’dan Notlar – İnsanı Baştan Çıkaran ve Nefret Ateşi Yaratan/Doğuran Tutkular: Zakkum

“62. Nasıl, konmak için bu mu hayırlı yoksa o zakkum ağacı (şecere) mı? 63. Biz onu zalimler için bir fitne/baştan çıkarıcı kılmışızdır. 64. O bir ağaçtır ki kökü cehennemin (cahim) dibindedir. 65. Tomurcukları şeytanların başları gibidir. 66. Mutlaka onlar ondan yiyeceklerdir; yiyecekler de ondan karınlarını dolduracaklardır. 67. Sonra onların üzerine kaynar sudan (hamim) bir karışımları vardır. 68. Sonra da dönüşleri şüphesiz cehennemedir (cahim).” Saffat Suresi (Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Kuran’ın tarihselliğini ya da çağdışılığını savunanların diline doladığı imgelerden biridir zakkum ağacı. “Ne yani” denilir “insanı böyle saçma ve iğrenç bir şeyle mi korkutuyor Allah?”, “Bunla ancak çocuklar ve vahşiler yola getirilir.”

Kuran’ı doğru anlayacaksak onu çağımızla ilişki içerisine sokmalıyız. Yani bir yandan onu tefsir etmeli ve Kuran’ın dilini çözümlemeliyiz, bir yandan da bu ibarelerin somut dünyamızda neye karşılık geldiğini sorgulamalı, yani onu te’vil etmeliyiz.

Ben size bir hikaye anlatayım. Avrupa 19. Yüzyılda bir düşünce ve siyaset geleneği (ağaç/şecere) yarattı ve milliyetçilik ve emperyalizm batağına saplandı. Milliyetçilik ve emperyalizm Avrupa halklarını baştan çıkardı (fitne). Çünkü milliyetçilik ve emperyalizmin görünüşü şehvet uyandırıyordu. Yani onların tomurcuğu şeytan başı gibiydi. Fakat milliyetçilik ve emperyalizmin kökü kin, öfke ve nefret ateşiydi (cahim). Ve Avrupa halkları ruhlarını (karınlarını) baştan çıkarıcı bu arzuyla doldurdu. Ve bu onları nihayetinde iki dünya savaşına ve dünya egemenliğinin yitiminin ve Avrupa uygarlığının tahribinin yarattığı hasrete (hamim) düşürdü.

Kuran’da ateş için kullanılan belki on tane kavram var. Etimoloji sözlüklerine bakıldığında bunların hep ruhani ateş olduğu görülür. Cahim ve hamim bunlardan iki tanesi. Cahim’i söylemiştim. Öfkenin ve kinin ateşi demek. Hamim ise Kuran’da ‘hasreti çekilen dost’ demek. İşte bu hasretin ateşinden dolayı hamim de ateş anlamına gelebiliyor.

Şimdi Kuran’daki cehennem ayetlerini hep düz anlamlı okuyup, bir de onları sanki bizim içinde yaşadığımız dünyayla tamamen alakasızmış gibi anlayınca ortaya bedenlere işkence eden bir tanrı profili çıkıyor. Ama aslı öyle değil.

Ruhu gelişkin olmayan insanlar için, yani manevi, ruhani ve vicdani azabın ne kadar acı verici olduğunu bilmeyenler için bedensel imgelerin kullanılması bir gereklilik. Yani karısına işkence edecek kadar vahşileşmiş bir adama ruhani vicdan azabından ne kadar bahsederseniz bahsedin, size gülüp geçecektir. Ya da haddini aşmaya mütemayil bir ergeni ancak bedensel ceza tehdidi korkutabilir.

Bir de Kuran’da bahsedilen mükafatlar ve cezalar bu dünyada karşılığı olmayan şeyler değil. Yani Kuran’daki neredeyse her cehennem azabının bir toplumun helakinde ya da bir bireyin yaşam macerasında sembolik karşılığını bulabiliyoruz. Zakkum ağacı da bunlardan biri. Yani zakkum ağacı ırkçılık ve emperyalizm gibi görünüşü şehvet uyandıran fakat kökü ve varacağı yer kin, nefret ve hasret olan dünyevi bir gerçeğe işaret ediyor, ahiretteki konumunun yanında. Ve bu cezanın dünyevi karşılığı Kuran etüdü ve tarih okuması beraberce ele alınıp yorumlandığında işin ahiretteki durumu da insan için daha mantıklı tasarımların doğmasına sebep oluyor. Yoksa bu dünyada karşılığı olmayan bir zakkum ağacı tehdidinden niye korkayım, 21. asırda yaşayan bir düşünür olarak…

Bu konuya bir örnek de cennet mükafatlarından vereyim: cennetteki nimetlerden biri de gümüş kadehtir. Yani ‘kavarir min fidda.’ Fidda, Kuran’da hem gümüş anlamına gelir hem de parçalanmak anlamına. Kavarir ise hem kadeh anlamına gelir hem de göz nuru… Haliyle kavarir min fidda hem gümüş kadeh anlamına gelir hem de insanın ruhsal parçalanışından sonra daha yüksek bir kişilikte bütünleşip çok eskisine göre çok daha olgun bir mutluluk yakalaması anlamına gelir. Tarihteki insanlığa katma değeri olan tüm büyük insanlara bakın. Hepsi, böylesi bir ruhsal parçalanıştan geçmiş sonra kendilerini yeniden daha yüksek bir kişilik olarak bütünleştirmiş ve tam da bu deneyimleri sayesinde hem olgun bir mutluluk yakalamış hem de böylece insanlığa katkı sunabilmişlerdir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir