Kuran’dan Notlar – Kuran’dan Mülhem Bir Doğa Felsefesi İçin

“37 – Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar. 38 – Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. 39 – Ay’a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür. 40 – Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.” Yasin Suresi, 37-40 ayetler

“Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarları gönderen O’dur. O rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir memlekete gönderir, sonra onunla yağmur yağdırır ve onunla her çeşit ürünü yetiştiririz. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltiriz. Gerekir ki düşünür, ibret alırsınız.” Araf Suresi 57. ayet

“Yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattık ve oraya sabit dağlar yerleştirdik. Orada hikmetle ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik.” Hicr Suresi 19. ayet

“25 – Yeryüzünü bir toplanma yeri yapmadık mı? 26 – Gerek diriler, gerekse ölüler için.” Mürselat Suresi, 25-26 ayetler.

Yukarıdaki gibi bahisler Kuran’da çokça geçer. Burada ilk ayet astronominin temel hakikatine dair işaretler veriyor: yıldızların yörüngeleri hakkında. İkinci ayet, meteorolojinin temel hakikatine dair işaretler veriyor: Rüzgar ve yağmurun oluşumu. Aktardığım üçüncü ayet jeoloji biliminin temel hakikatine dair işaretler veriyor: Dağların oluşumu. Dördüncü ayetse ekolojik yaklaşıma dair işaretler veriyor: Ekosistemin tüm canlı parçalarıyla bir bütün oluşturması.

Çağdaş Kuran müfessirleri, Kuran-bilim ilişkisini tartışırken bir hata yapıyor. Kuran’ın mucizeliğini onun yeni keşfedilmiş bilimsel kuramları içermesinde arıyorlar. Kuran gerçekten de görelilik kuramını, kuantum kuramını, karadelikleri vs. işaret eder. Fakat onun doğa bilimi konusundaki esas mucizeliği zahirindedir: Yani bu bilimlere temel oluşturan olguların Allah’ın varlığının kanıtı olmasını söylemesinde.

Bir astronoma şöyle bir soru soralım: “Evrenin asli hali yokluktur. Ama var. Var olan bir evrenin asli hali kaostur. Ama düzen içinde, hem de matematiksel bir düzen. Matematiksel düzen içinde olan bir evrenin asli görünüşü bozuk televizyon ekranı gibi cızırtı içinde olmaktır. Ama evren estetik bir düzen içinde. Tüm yıldızlar yörünge içinde ahenkle dans ediyor. Tüm bunların arkasında nasıl bir güç var?” Sahih bir tefekkürden sonra size yanıtı: “Bu işlerin arkasında bir sanatkar olmak zorunda” gibi olacaktır.

Hıristiyan geleneğin tahrifatından dolayı çağımız dinle bilimi çatıştırdı. Fakat İslam tarihinde Allah’ın yaratıcı olması bilgisi evrenin matematiksel düzenlerinin ve mekanizmalarının keşfine mani değildi. Hıristiyanlık ve kelam ilmimiz Allah’a en temel kanıt olarak doğa düzenini aşan mucizeleri gösterdi. Oysa Kuran Allah’a en temel kanıt olarak doğanın bir düzen içinde olmasını gösteriyor. Ve muhatabını bilim yapmaya teşvik ediyor.

Sıkça tekrarladığım gibi çağdaş bilim insanı, resme, tuvale, boyalara, renk ve çizgilere ve fırçaya bakıyor ve onların düzenini keşfediyor. Kuran ise tüm bunları kabul ediyor, fakat fırçanın arkasında gizli bir sanatkarın eli olduğunu söylüyor. Ressamı keşfedince de insanın ve hayatın manası bambaşka bir hale geliyor. Çağdaş bilim için bir tesadüfün ve kör zorunluluğun ürünü olan sefil insan Kuran’ın bakışında gökleri ve yeri yaratan Sanatkarın en kıymetli muhatabı haline geliyor. Ve hayatın hazları ve acıları bu karşılaşma anında mana buluyor. Zira insan kendisini bekleyen sonsuz bir hayat olduğunu anlıyor.

Bir meteoroloğa şöyle bir soru soralım: ”Atlas okyanusundan hareket edip de Ankara’da yere düşen yağmurun macerasını nasıldır?” Muhtemelen size bir detektiflik hikayesi anlatıyormuş gibi heyecanla okyanustan yükselen molekülün nasıl zararlı moleküllerden ayrıştığını, havaya yükselen bu su molekülünün nasıl rüzgar ile taşındığını, yeryüzünü yok edebilecek bu rüzgarların nasıl kuvvetlerin tesiri altında ehlileştirildiğini, yağmur yağacağı zaman gökyüzündeki moleküllerin nasıl ince hesaplar altında damla olacak şekilde bir araya getirildiğini, damlanın havada buharlaşmaması ya da yaşamı yok etmemesi için nasıl ince dengeler ve sıcaklık ayarlarıyla yeryüzünü döküldüğünü anlatacaktır.

Yani bir meteoroloji ders kitabında ressama hiç değinmeden resimdeki bütün fırça darbelerini göreceksinizdir. Bundan sonra yapmanız gereken tek şey fırçanın arkasındaki ressamı, onun yağmuru kendine hizmetkar ettiği insana verdiği değeri ve onun insandan ne istediğini tefekkür etmektir. Bu tefekkür içinizi mutluluk ve kutsanmışlık hissiyle dolduracaktır.

Aynı tefekkürü dağların oluşumu için de yapabilirsiniz. Normalde yerin altında yer kabuğunu paramparça edecek bir enerji var. Bu enerji okyanus diplerindeki belli boşluklarda menfez bulduğu için yer sarsılmıyor. Bu menfezlerden açığa çıkan madde yer kabuğunu tazeliyor, tazelenen yer kabuğu, yerin yüzey alanı sabit olduğu için birikiyor ve dağlar oluşuyor. Dağlar sayesinde normalde suyun altında kalması gereken yer kabuğu suyun üzerine çıkıyor ve ayrıca dağlar yerin altından çıkan bu enerjiyi biriktirerek yer kabuğunun sarsıntı potansiyelini üzerine çekiyor ve kararlı bir yeryüzü oluşuyor. Bu sayede de yaşam korunuyor, vs. İşte Kuran jeoloğun heyecanla anlattığı bu fırça darbelerine tek bir ayetle işaret ediyor ve resmin özelliklerinin araştırılmasını bilim insanına, fakat fırçayı elinde tutan Sanatkarın tanıtılmasını kutsal kitaba havale ediyor.

Aynı tefekkürü ekoloji için de yapabilirsiniz. Bu bilimde de birbirini tüketerek var eden canlı türlerinin bu ölüm kalım kavgası içinde nasıl bir bütün olarak yaşamı koruduğunu göreceksiniz. Ve bu ekosistem nasıl korunuyor diye sorguladığınızda, onlarca mekanik neden sonuç zincirinin son derece hassas dengeler içerisinde çalıştığını görecek ve ekoloji ders kitabını okurken bir dedektiflik romanı okuyormuş gibi heyecan içinde kalacaksınız. Ve yine dediğim gibi ekoloji resmin ressamı hariç resmin tüm özelliklerini anlatacak, ressama hiç dokunmayacaktır. Ressamı ancak Kuran’ın deyimiyle “onlar Allah’ın ‘yaratış’ını düşünürler ve Rabbim sen bunları boşu boşuna yaratmadın” dedirten bir tefekkürde bulacaksınız. Allah’ın yaratışını düşünmek, yani doğa bilimi yapmak. Sonra bu bilim üzerinden ressamı tefekkür etmek. Ve sanatkarın gözleriyle resmin manasını yakalamak. Benim anladığım kadarıyla Kuran’ın öğrettiği din-bilim barışı budur.

Dinler Tarihi uzmanı Mircea Eliade Yahudilik ve Hıristiyanlığın tarihteki Allah’a çok odaklanıp, doğadaki ilahi tecellilere kendilerini kapattığını söyler. Doğaya ve doğadaki tanrısal tecellilere bu kapanış Max Weber’in deyimiyle dünyanın büyüsünün bozulmasının ilk aşamasıdır.

Sonra doğa bilimleri geldi. Onlarda doğadaki mekanik nedenselliklere ve matematiksel düzenlere o kadar odaklandılar ki ilahi ressamı ve ilahi ressamın doğadaki tezahürlerini görmeyi ihmal ettiler. Böylece doğa bir enerji deposundan başka anlam yüklenmeyen bir çalışma alanı olarak görülmeye başlandı.

Bunun üzerine Alman romantikleri ve idealistleri Spinoza’nın ‘yaratıcı arzu’ ve Kant’ın üçüncü kritiğindeki ‘teleoloji’ tartışmasından hareketle doğada sürekli sanatkarane yaratan ve doğanı ötesinde duran değil de, doğanın içinde işleyen Allah’ı keşfettiler. Fakat çağdaş pozitivizm mekanik ve matematik dışında doğa hakkında konuşmayı yasaklayınca ve romantikler de idealistler de kendi felsefeleriyle taban tabana zıt bir biçimde Nazizme destek verince doğadaki tanrısal tezahürlerden konuşmak neredeyse imkansız hale geldi.

Batı’daki bilimin kilise ile çatışma neticesinde gelişmesi de din-bilim savaşını besleyen bir etki yarattı. Sonrasında İslam’da, onun klasik döneminde Peygamber torunu Cafer-i Sadık’tan başlayarak ilahiyatın ve doğanın mekanik biliminin kolkola gitmesinin de kanıtladığı üzere böyle bir kavga olmamasına rağmen, bu kavga İslam medeniyetine intikal etti.

Oysa Kuran’ın doğaya bakışı bu çatışmaları yaşatmak zorunda değildir. Kuran pek çok ayetinin de işaret ettiği üzere doğadaki matematiksel düzeni kabul eder. (Her şeyi bir kader/ölçü üzere yarattım, diyen Kuran bu ölçülerin keşfedilmesini bilim insanlarına bırakır. Ayrıca ilahi bir sanatkar olmadan doğanın matematiğinin bir zemini olamayacağını söyleyerek, okurunun gözlerini bu matematiği ve matematiğin arkasındaki estetiği yaratan ilahi ressama dikkatleri çeker.

Kuran’daki Allah, Tevrat ve İncil’in aksine sadece tarihte değil, doğada da tezahür ettiği için Müslüman bilinç “dünyanın büyüsünün yitimi” travmasını yaşamaya mahkum değildir. Bu yitimden kurtulmak için bazı romantiklerin yaptığı gibi doğanın matematiğini ve mekanik düzenini reddetmek zorunda da değildir.

* Öne çıkan görsel şuradan alıntıdır: https://fineartamerica.com/featured/abstract-art-landscape-metallic-gold-textured-painting-eye-of-the-universe-by-madart-megan-duncanson.html

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir