“Küreselleşme ve Yeni Sol” Konferansı İzlenimleri
11 Ekim 2013, Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi
Türkiye için yeni bir olay olan “Gezi”yi sol camianın nasıl tartıştığını, ilersi için neler düşünüldüğünü Park Forumlarında gördükten sonra, bir de bir yabancının gözünden durumun analizini dinlemek için Kadıköy’den yola koyulduk. Belediye’nin otobüslerini kullandık. 600 kişiye dar gelen salona bir Asya’dan bir de Avrupa yakasından otobüsler kaldırmak anlamlı, iş ciddi yani. İzleyicilerin pek çoğu sanki gelen Fransız düşünürden daha fazla sözü var gibi görünüyor. Bir zindelik bir oturmuşluk var. Orta yaş sol cenah izleyici kitlesi epey vardı. Bence önemli gelişme bu orta yaş solcularının yanında gençlerin daha etkili-gerçekçi sorular sormaları. Bu durum bana bizim Ali Akyurt’un“Apolitik Gezi Eylemcilerinin İki Silahı: Tecrübesizlik ve Cehalet”yazısını hatırlattı. Bu yazıdaki “cehalet”in olumlu anlamda ne kadar önemli olduğunu oturumu “tek parti zihniyeti”yle yöneten Ahmet Soysal’dan öğreniyoruz (!). Alain Badiou’u getiren Monokl yayınlarının çizgisi belli ama “peki şimdi ne yapacağız?” sorusunu arayan kitleye kimlerin tıkayıcı rolü oynayacağı da belli oldu. Gençlerin “cehaleti” avantaj, ama bence “Gezi Ruhu”nu oluşturan gençlerin evvel emirde aşması gereken engel Soysal’da simgeleşmiş oldu salonda. Zaten ikinci bölümde de bir izleyici Soysal’ı protesto ederek salondan çıktı.
Gelelim 68 Fransa olaylarını ve o neslin sonraki hikayesini yaşamış Fransız Alain Badiou’ya. Epeyce yaşlı ama gülmesi, sıcak duruşu iyiydi. Özetle vurguladıklarını sıralayalım:
- Fransa 68 ya da Gezi gibi olaylarda daha önce cesaret edilemeyen farklı kesimler, yeni kimliklerle yeni bir tarz direniş ortaya koyar ve yeni bir özne olur. Bunun gibi olaylarda imkanlı olanla imkansız olaylar yer değiştirir.
- Bu şekilde farklı kimliklerden yeni bir özne çıkması devleti korkutur. çünkü devletler kendi birliğini, toplumun farklılığına empoze eder.
- Direnişin ardından gelebilecek riskler; sadece protestocu imajıyla kalmak, ne istediğini gösterememiş olmaktır. Zira direnişte oluşan “yeni özne” kırılgan olur. Direniş, bir inkara karşı koyma ve bu karşı koyuş beraberinde kendini ortaya koyma anlamına gelir. Bu ikisi arasındaki ilişkidir direniş. Direniş sonrası ortaya çıkan yeni kimlikten çıkan öznenin korunması gerekir. Eğer bu yeni özne korunamazsa direniş öncesi kimlik geri gelir. “Ortaya koyma” hedeflerin belirginleştirmesi anlamına gelir. Bugün önümüzde duran sorun budur.
- Fransız düşünür Fransa’dan ve 68 kuşağı perspektifinden baktığı ve Gezi olaylarıyla ilişkisini biraz da Ahmet Soysal çevresi üzerinden kurduğu için şu aşamada Türkiye’ye özel keskin hedefler önermesini beklemek gerçekçi olmaz. Geziden çıkan yeni kimlik ve ruhla daha bir bağımsız ilişki kurabilmesi durumda daha somut ve toparlayıcı şeyler söylebilir kanımca.
- Özgürlük kavramının yanında eşitlik kavramı daha önemlidir.
- Şu anki en önemli görev, yeni oluşan kimliği – özneyi ve eşitlik olayının korunmasıdır. Direniş ve sonrası için “özgürlük” bir an, bir momenttir. Ama her zaman o “an” içinde yaşayamayız. Fransa’da direniş eşitlik-özgürlük-kardeşlik sloganıyla başlamıştı.
- Badiou, “eşitlik olayı” tabirini, direnişle birlikte ortaya çıkan kimliğin direniş sonrasında kırılmasını önleyecek eşitlik esaslı birliktelik anlamında kullandı. Direniş sürecinde işlenen özgürlük temasına, direniş sonrasında eşitlik vurgusunun eklenmesi gerektiğinin altını çizdi. Yani özgürlük, direniş belki de anlık bir hadisedir, ama eşitlik daha uzun soluklu olan şeydir. Özgürlük kavramıyla süren direnişten çıkan yeni kimlik ancak böyle korunabilir dedi. Benim anladığım, eşitlik ortaya çıkan yeni kimlik ve özneyi koruyacak bir şemsiye gibidir demiş oldu.
- Devrimci hareketlerde “devlet oluşturma” düşünülen bir şey değildi. Asıl hedef topluma yeni bir şekil vermekti. Marks böyle düşünüyordu.
- Hareketin siyasi yönetim sorununa gelince, direnişte sanki devlet yokmuş gibi davranırız. Bunun biteceğini bilmek zorundayız.Yine de bu hali korumak zorundayız, çağdaş direnişlerin sorunu da burada.
- Şiddet içeren savunma dar alanda nefsi müdafaa şeklinde olmalı, taş atmak gibi. Bunun dışındaki direniş şekli bizi devlete benzetir.
- Bu arada bir izleyici “Türkiye’nin sadece Gezi’den oluşmadığını” söyledi ve hemen Soysal’ın gazabına uğradı. Soysal “Sen ne demek istiyorsun, AKP seçmeni de var … mı mesela” gibi cümlelerle olayı bastırdı. Gezi’de her çeşit insan vardı diye övündü ama Antikapitalist Müslümanları niyet okuyarak “çeşidi bozan menü” şeklinde sundu. Onlar aslında din propagandası yapıyorlarmış…
- Badiou ise bu tartışmayı şöyle noktaladı: Gezi’de bazı kesimlerin olmaması olumsuz değildir. Bu bölünmüşlük önemli siyasi bir deneyimdir. Gezi ülkeye yeni bir açılım katmış oldu. Durum görülmüş olur. Ne yapılması gerektiği fark edilir.
- Silahlı direniş, direniş akımı içinde mutlaka bir erk oluşturur.
- Sosyalizm toplu teşkilatlanma, halkın kendi üretim aygıtlarını, sistemini oluşturma biçimidir. Bolşevikler ve Lenin bile devleti tekrar işçilere vermeyi düşündüler. Ama olmadı.
- Ayaklanma sonrasında parti kurmak, devlete, iktidara talip olmak gibi yolları tercih etmeyip, bunun yerine etik-vicdani bir duruşu tercih edenlerin bu tercihlerini nasıl örgütleyebilecekleri sorusu geldi. Badiou bu soruya kardeşliğin tanımını yaparak cevap verdi. Kardeşlik, başkasına açılmak ve benimsemektir. Yani “seni gördüm, fark ettim, anladım ve kabul ettim” demektir ve bu yoldaki en temel kavramdır, düsturdur.
- Sonraki soruda ise bir dinleyici, günümüzde Batı’da akıldan çok vicdanın gündemde olduğunu iddia edip bu dönüşümün Geziye dönük boyutunun ne olabileceğini sordu. sordu. Badipu “bu kavramlar Fransa’da gericilik veya ahlak olarak anlaşılır” dedi. Fransızca bilmediğime hayıflandım. Acaba gericilik olarak tercüme edilen kelime fundemental veya conservative mi yoksa radikal İslam mıydı? İşte burada soru sorabilecektim. Yazar Gezi’nin evrensel bir boyut kazandığını söyledi. Salondaki belki yüzde 99 solcu ve benim gibi bir iki İslamcının ısrarla beklediği “direniş sonrası yönetim sorunu ne olacak” meselesine girmedi Badiou. Ama bilemediğinden değil tabiî ki. Siz “yönetimle değil yönelişimle ilgilenin” diye ısrarlı cevaplar verdi. Badiou’nun bu noktadaki tutumu bence anlaşılır, ne diyebilirdi ki? Parti kurun, yer altına inin, sendikal konfederasyon kurun ya da Gezi parkına son çadır kuran örgüte liderliği verin… gibi somut öneriler getirmesi çok da anlamlı olmazdı herhalde.
- Yazar zaten son bölümde “özgürleşme hareketlerinin, yönetişime dönüşmesini istemezdim” dedi. Yani ısrarla sorulan “tamam, özgürleşme direnişinde yol aldık, şimdi yönetim ve siyasal hedefimiz ne olacak” sorularını, “yönetişim tartışmalarından çok yönelişim tartışmaları yapın, yeni kimliği-özneyi koruyucu çalışma yapın” diyerek cevapladı. Bana göre bu cevaplarla “Ey Türkiye Gezi direnişçileri, geldiğiniz noktada daha çok ekmek yemeniz gerekmektedir” diyerek, uzun ince bir yolu ima etmiş oldu.
Neticede görmek, dinlemek iyi ama belki de en önemisi ortamı teneffüs etmek. Biz İslamcıların, o gün salonda bulunan Gezi’nin kurucu gençlerine söyleyecek sözü hala var. Bu gençler –Ali Akyurt’un yazısındaki anlamıyla– cehaletlerinin bilincinde ve Gezi-sonrasını beklemekte, düşünmekte, hazırlamakta. Bu gençlere “sizi gördük, sizi anladık” demek boynumuzun borcu. Bu gençler, bu konferansın kürsüsünü de işgal etmiş olan Gezi’nin beyaz Türklerini fersah fersah aşmış durumdalar. Bu arada gözlerim A. Örs, K. Mendi, C. Tuğal gibi isimleri aramadı değil.
Madem cehaletinin farkında olanlar gerçeği bulurlar, o zaman daha fazla umutlu olalım. Buradan diyorum ki haydi Ali Akyurt’un sitedeki yazısını okumaya ve bir defalık da olsa bir Park Forumunu izlemeye…