Umut verici bir örgütlü mücadele tecrübesi: Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri

2008’de kapitalizmin içine girdiği küresel kriz, iktisadi bir durgunluk biçiminde halen sürmekte. Alp Altınörs’ün ifadesiyle konjonktürel değil, organik ve kolay kolay da bitmeyecek bir iktisadi bunalımla karşı karşıyayız. İktisadi durumla bağlantılı olarak gelişen göçmen krizi, diplomatik/siyasal krizler ve ekolojik krizlerin iç içe geçtiği topyekun bir kriz halini yaşadığımızı söylemek abartılı olmayacaktır. “Üçüncü Dünya Savaşı” ihtimalinin ciddi ciddi konuşulduğu tedirgin edici bir döneme giriş yaptık. Kapitalizmin tükenişinin bizzat kapitalistlerce yüksek sesle itiraf edildiği, ancak kapitalizmi aşan yeni bir toplum tahayyülünün çok cılız kaldığı tarihsel dönemeçteyiz. İnsanlık sanki yapısal bir hesaplaşmanın, tarihsel bir kararın eşiğinde.  

Dünyanın pek çok yerinde otoriter ve faşizan hükümetlerin yükselişinin ardında bu iktisadi bunalım yatıyor. Otuz yılı aşkın bir süredir merkeze yerleşen neoliberalizm, yani piyasacılığın ifrata kaçmış bir versiyonu işlemez hale gelirken neoliberalizme sağından ve solundan eleştiri getiren akımlar popülerlik kazanıyor. İngiltere’de Muhafazakar Parti ırkçı tonları olan milliyetçi bir kapitalizm anlayışına kayarken, İşçi Partisi’nin başına bir taban hareketi sayesinde Corbyn gibi birinin gelebilmiş olması, neoliberal merkezden uzaklaşma ve iki yöne doğru radikalleşmenin somut örneklerinden biri.  

Krizin bir diğer sonucu ise toplumsal isyanların ve devrim girişimlerinin sıklaşıp yaygınlaşması. Savaş Karataşlı’nın gösterdiği üzere 2010’dan günümüze yaşanan isyanların sıklığı ve coğrafi dağılımı 20. yüzyılın başındaki devrimler çağını andıran düzeyde. Ve hepimizin şahit olduğu gibi bu isyan dalgası Hong Kong, Lübnan, Şili, Mısır, Fransa gibi örneklerle sürüyor. Sosyal, iktisadi ve siyasal istikrarsızlık ortamında pek çok ülkede hakim sınıflar egemenliklerini eski şekilde sürdürmekte zorlanıyor, “krizi çözmesi” için otoriter liderler yükseliyor. Bu durumsa toplumsal isyan dinamiklerinin sürekli beslenmesi sonucunu doğuruyor.

Sıradışı zamanlardan geçiyoruz. Ancak isyan ve devrim girişimleri sıklaşsa da 2010’dan günümüze uzanan dalgada devrimci bir dönüşümü gerçekleştirebilmiş bir harekete henüz şahit olmadık. Peki devrim olmadı belki ama reform düzeyinde de olsa kazanımlar elde edilebildi mi? Karataşlı’nın belirttiği gibi bu isyan dalgasının (1929’daki Büyük Buhran’dan sonra peyderpey gerçekleşen türden) sosyal demokratik bir reform sürecini uygulamaya sokmayı başardığını söylemek de henüz pek mümkün görünmüyor. Benzer şekilde ekoloji alanında yükselen sosyal isyanlar da hedeflerini gerçekleştirebilmekten henüz çok uzaktalar. Aydın Çubukçu’nun dediği gibi halk kitlelerinde ciddi bir değişim isteği gözleniyor, ancak bu değişim biçiminin ne olması gerektiği konusunda bir belirsizlik ve arayış var. Çubukçu’nun deyimiyle, “devrim kendisine biçim arıyor” ve üzerine kafa yorulması gereken mesele bu.   

Doğan Çetinkaya daha karamsar bir yaklaşımla son çeyrek asırdır küre çapında gerçekleşen büyük ayaklanmaların muhasebesinden “büyük bir çaresizlik” sonucuna varıyor. Kastettiği şu: Bu ayaklanmalar ciddi ve kalıcı dönüşümler yaratmayı başaramadılar. Öte yandan Brezilya’daki İşçi Partisi ve Yunanistan’daki Syriza gibi bu tip hareketlerin desteğiyle iktidara gelen partiler, kendilerine yönelik umutları berhava etti. Çetinkaya günümüzde isyan dalgasının geri çekildiğini ve sağ otoriter eğilimlerin güçlendiğini söylüyor. Yükselen sağ otoriterlik karşısındaki “çaresizliğimiz”in üç sacayağı olduğunu tespit ediyor: Birincisi, radikal olmasına radikal, ancak içine kapanmış, dar grupçu ve kibirli politik örgütler. İkincisi, mesnetsiz bir özgüvene ve politik şımarıklığa yatkın isyanlar. Üçüncüsü, bu iki özneye de yabancılaşıp bireysel tavır alışlarla yetinen insanlar.

İşte bu yazı ve röportaj serisinde Çetinkaya’nın karamsar genellemesinin dışında kalan umutvar bir örneğe odaklanacağız. Dünyada başka örnekler olduğunu da umuyoruz. Örneğin Altınörs’ün 21. yüzyılda sosyalizmin beşiklerinden biri olabilir dediği Hindistan’da işaret ettiği yükselen sınıf mücadeleci hareketleri merak ediyoruz. Burada ele alacağımız örnek ise ABD’de 2011’deki Wall Street’i İşgal Et isyan dalgası ile harekete geçen zincirleme reaksiyonu ve enerjiyi örgütlü mücadeleye kanalize etmeyi başaran ve geçtiğimiz birkaç yılda üye sayısını 5 binden 57 bine çıkaran bir örgüt: Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri (Democratic Socialists of America – DSA).

Geçtiğimiz yaz sonu bir konferans için bulunduğum New York’ta dört DSA üyesiyle buluşma fırsatı buldum ve ikisiyle yayınlamak üzere röportaj yaptım. DSA Los Angeles şubesi üyesi Barry Eidlin ve New York şubesi üyesi Sofia Arias ile yaptığım ve epey bilgilendirici olduğunu düşündüğüm röportajları ilerleyen günlerde yayınlayacağız. Barry uzun yıllardır örgütlü sosyalist mücadele içinde bulunmuş, aynı zamanda emek hareketi üzerine çalışan ve çok sayıda yayınlanmış çalışması olan bir akademisyen. Sofia da başka bir sosyalist harekette uzun zaman mücadele vermiş, daha sonra DSA’ya katılmış Yemen kökenli Müslüman bir ABD’li.

DSA bugün ABD’deki açık ara en büyük sosyalist örgüt. Daha da önemlisi 2016’dan günümüze yakaladığı büyüme ivmesini sürdürme ihtimali yüksek görünüyor. 2011’deki Wall Street’i İşgal Et hareketi ile ABD’de özellikle gençler arasında sosyalizme yönelik ilgi artmaya başladı. Aynı dönemde kurulan Jacobin dergisi bu ilginin örgütlendiği temel mecralardan biri oldu. Derginin basılı versiyonu bugün yaklaşık 40 bin satarken, internet sitesinin aylık takipçi sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Bernie Sanders’in 2016’da Demokrat Parti başkan aday adayı olması ve yürüttüğü kampanya sosyalizme yönelik ilgiyi daha da ileri bir seviyeye taşıdı. 2018’de DSA’nın da desteklediği Alexandria Ocasio-Cortez ve Rashida Tlaib gibi isimler Kongre’ye seçilmeyi başardı ve ivmeyi artarak sürdürdü. Son yıllarda aktif DSA üyesi olan birçok kişi, ABD’nin karmaşık siyasal sistemindeki şehir ya da eyalet meclisleri gibi daha yerel seviyedeki koltuklara seçilmeyi başardı.

ABD’de esmeye başlayan sol rüzgâr sadece gençlik-entelijansiya ve seçim siyaseti düzeyleriyle sınırlı olsaydı bu kadar güçlü ve etkili ivme yaratmazdı. Günümüz dünyasında emek hareketinin aktif bir parçası olmadığı bir sosyal adalet hareketinin büyümesi düşünülemez. Nitekim İngiltere’de ABD’dekiyle paralel gibi görünen rüzgarın en büyük eksiği, Sanders-DSA ve Corbyn-Momentum benzerliğinin en büyük farkı emek hareketinin İngiltere’de sahaya çıkmamış olmasıydı. ABD’de yükselen sosyal adalet arayışlarının ivmesi kendisini işçi hareketinde de gösterdi, oradan da güç topladı. 2018-19 yılları, öğretmenlerin öncülük ettiği ciddi bir grev dalgasına şahit oldu. Öyle ki grevde geçen günler 1979’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. DSA bu grevlere aktif destek verdi, onlardan beslendi, bazı yerellerde üyeleri olan öğretmenler grevlere önderlik etti.

Bu süreçte 2011’e kadar 5 bin civarında üyeye sahip olan DSA, 2016’da üyelerini 7 bine, 2016’dan günümüze ise hızlı bir ivmeyle yaklaşık 57 bine çıkarmayı başardı. ABD’nin 50 eyaletinden 49’unda şubeleri var. Kongre’sini iki yılda bir toplayan DSA, son kongresini geçtiğimiz Ağustos ayında yaptı. Barry ve Sofia ile hemen kongrenin ardından sıcağı sıcağına konuşmuş oldum.

2016’dan sonra farklı bir düzeye evrilen ve kabuk değiştiren DSA’nın geçmişinden kısaca bahsedelim. DSA’nın örgütsel kökleri 1968 öğrenci hareketine dayanıyor. Bir dizi ayrışma ve birleşmenin ardından 1982’de kurulmuş. Amerikan sosyalist solunun genel durumuna paralel olarak küçük, yaklaşık 5 bin üyeye sahip bir örgüt olarak varlığını uzun yıllar sürdürmüş. Kurucusu olan Michael Harrington’un izinin yakın zamanlara kadar belirgin olduğu DSA, reformist ve demokratik bir stratejiyi benimsemiş. Kendisini Demokrat Parti’nin sol kanadında konumlandırmış ve Demokrat Parti’den aday olan sosyalist adayları desteklemek temel faaliyet alanı olmuş.

DSA’nın resmi çizgisini ve söylemini kavramak için internet sitesinin “hakkımızda” sekmesinde yazan kısa metni ele alalım. DSA’ya göre kapitalizm, patronların cebine giren kâra, emeğin yabancılaşmasına, ırk ve cinsiyet ayrımcılığına, çevrenin yıkımına ve statükonun korunması için uygulanan şiddete dayanır. DSA kapitalizme karşı sosyalizmi savunur ve sosyalizmden anladığı özetle şudur: Kaynakların adil paylaşımına, insanı tatmin eden anlamlı işlere, sağlıklı çevreye, sürdürülebilir büyümeye, cinsiyet ve ırk eşitliğine ulaşmak için demokratik planlama ve piyasa mekanizmalarına dayanan bir düzen. Kapitalizmi hızlıca sonlandırmak mümkün görünmediği için şirketlerin gücünü azaltırken emekçilerin gücünü arttıran reformlar için mücadele ettiğini ifade eder. DSA’ya göre demokrasi, sosyalizmin kuruluşunda hem araç hem de amaçtır.

Son dört yıldaki hızlı büyümesi ile DSA ciddi bir değişim sürecine girmiş görünmekte, şekil ve kabuk değiştirmekte. İşin en ilginç yanı DSA’nın büyürken aynı zamanda radikalleşmekte olması. Ülkede hafif hafif de olsa esmeye başlayan sosyalizm ve radikalleşme rüzgarı DSA’yı hem büyütüyor hem de dönüştürüyor. DSA, kurucusu Harrington’un çizgisinden uzaklaşıp daha radikal sulara doğru yelken açıyor. Okuyacağınız röportajlar DSA’nın başarısının sırrını ve niteliğini ortaya koyacak ve bu değişim sürecinin bir fotoğrafını yansıtacaktır. Okumaya devam etmek isteyen meraklıları için New Left Review’un bahar sayısındaki soruşturmaya işaret etmiş olayım.

Son olarak, DSA’nın hareket ettiği ulusal bağlamı daha iyi idrak edebilmek için ABD’nin iktisadi anlamda çok liberal bir ülke olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Avrupa kapitalizminde (ve hatta ülkemizde bile) norm olan bazı temel sosyal refah devleti uygulamaları, ABD’de çok iptidai bir seviyede. Öte yandan liberalizme, bireyciliğe, “her koyun kendi bacağından asılır” düşüncesine olan bağlılık ise çok ileri bir seviyede. Bu durumun iki örneğini vermekle yetinelim: ABD devletinin tüm vatandaşlarını kapsayan evrensel bir sağlık sigorta sistemi yok ve devlet üniversiteleri bile paralı.

Bambaşka bir ülkenin bambaşka insanlarının az çok benzer kaygılarla verdiği mücadelelerin, yaşadığı tecrübelerin, karşılaştığı sorunlara geliştirdiği çözümlerin ilginç, zihin açıcı ve sağaltıcı bir tarafı var.

Dünyanın dört bir yanında sosyal adalet için mücadele eden insanlar her zaman oldu ve olacak. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir