Yunus Emre Filmi: Müzikli Aforizmalar / Yunus Emre’ye dair birkaç söz

Güçlü bir oyuncu kadrosu ve bir dolu sponsorla yapılan Yunus Emre filmi, tarihsiz ve insansız olmanın yanında dönemin büyüklerini ve Yunus Emre’yi muhafazakar kafanın, devlet memuru zihniyetinin nasıl anladığını gösteriyor. Kimi ağlamaklı adamların aforizmalarından başka bir şey yok. Yer yok, zaman yok, olay yok.

Anadolu Türk tarihinin en kritik döneminde yaşamış ve Anadolu’nun İslamlaşmasında  büyük etkileri olmuş bu şahsiyetlerin, Hacı Bektaşı Veli, Yunus Emre, Taptuk Emre, Baba İlyas ve diğerlerinin siyasi, sosyal, fikri mücadelelerinden eser yok. Ne Moğol istilası, ne II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Türkmenlere yaptığı zulüm (ki Yunus Emre ve diğerlerinin tavır alışlarında ve fikir dünyalarında bu zulümlerin büyük payı vardır) ve tabi ne de devlet memuru tarihçilerin anlayışına paralel olarak dönemin tartışmaları.

Bir filme çok fazla anlam ve bilgi yüklememek gerektiğinin farkındayım. İşin film ve teknik boyutuyla ilgilenmiyorum. İlgilendiğim konu ilkokul kitabından daha geri bir senaryoyla bu büyük şahsiyetlerin daha da anlaşılmaz hale getirilmesidir. Diğer mesele bugün yaşadığımız sorunları anlayabilmemizi ve bu sorunlara şifa olabilecek imkanları barındıran bir dönemin ve dönemin büyük şahsiyetlerinin karartılmasıdır. Yunus Emre’yi Mevlana’nın dizinin dibine oturtarak meseleyi şıp diye çözüvermişlerdir. Oysa Ahilerin ve Türkmenlerin hem Moğol emperyalizmiyle hem de içeride Moğol yanlısı kimi dini gruplarla çetin dini mücadeleleri bu büyük şahsiyetlerin dünyalarında önemli bir yere sahiptir. Bunlar göz ardı edilerek ortaya konulacak bir anlatı bu kişileri hiçleştirmektir.

Film tarihsiz, mekansız, insansız olduğu gibi İslamsızdır da. Bu kişileri tanımayan biri filmi izlediğinde bu kişilerin Müslüman olup olmadığına dair bir fikir edinemeyebilir. Pekala bu adamlar aşk diye bir dine inanan uzak asyada yaşayan kişiler olabilirler. Anadolu’nun islamlaşmasını ve Türlere vatan olmasını sağlayan kişiler, ağlamaklı hallerle kimi soyut laflar etmektedirler. Oysa bu Ahi ve Tükmenlerin ilk yaptıkları şey geldikleri bozkırı şenlendirmeleri, ocakları tüttürmeleridir. Orta Asya’dan kopup gelen Türklerin yerleşik hayata geçmesini, barınmasını, tutunmasını bu Türkmen şeyhlerin oluşturduğu kurumlar sağlamıştır. Filmde bunlardan eser yoktur.

Filmi eleştirmeyi burada kesip bu vesileyle Yunus Emre’ye dair, giriş mahiyetinde ve yetersiz birkaç şey söyleyelim.

Yunus Emre’nin yaşadığı devirdeki siyasi ve sosyal şartlar ve çevresinde bulunan kişiler, onun ve çevresindekilerin sosyal ve politik faaliyetleri belirlenmeden, Yunus Emre’nin anlaşılması olanaksızdır.

I.Gıyaseddin Keyhüsrev ve iki oğlu I. Alaaddin Keykubad ve İzzeddin Keykavus zamanında Türkmenler ve Ahiler himaye edilmekte ve devlet hizmeti onlara gördürülmekteydi. II.Gıyaseddin Keyhüsrev suikast düzenleyip babası I. A. Keykubat’ı öldürterek tahta geçti. Türkmen ve Ahi ileri gelenlerini devlet kademelerinden uzaklaştırdı. Veziri Sa’dud-Din Köpek olayından sonra pek çok Türkmen ve Ahi öldürüldü, bir çokları da tutuklandı. (Ahi Ahmed, Ahi Evren ve Baba İlyas’ında tutuklandığı bilinmektedir.) Devletin bu uygulamaları üzerine Türkmenler Baba İshak’ın başkanlığında isyan ettiler.(1)

1240’da başlayan bu isyanı bastırmakla görevli Malatya subaşısı Muzafereddin Ali Şir’in askerleri Baba İlyas ve talebesi Baba İshak’ın manevi nüfuzuna inanarak onunla savaşmak istemediler. Kırşehir’e kadar gelen isyancıları durdurmak için gayrı müslim askerlerden meydana gelen bir ordu ile isyan çok insafsız ve merhametsiz bir şekilde bastırıldı.

Ahi Evren “Ağaz u Encam” adlı eserinde şöyle demektedir: “Özellikle bu zamanın kurt tiynetli padişahları kişilerin varisleri olsa bile, terekesine(mirasına) el koymaktadırlar. Şeriatın hükümleri büyük ölçüde kalktı ve İslam’dan sadece bir isim kaldı.” Ahi Evren 5 yıl hapiste kalmış, 1261 deki Kırşehir isyanında Mevlana’nın müridi Kırşehir emiri Nureddin Caca tarafından katledilmiştir.

Ahi Evren (Nasreddin Hoca) Sühreverdi el-Maktul’un “Vasiyye” sini Celaleddin Karatay’ın isteği ile farsçaya çevirdiğinde yazdığı önsözde şöyle demektedir: “Onun emrini uyulması  gereken bir vecibe olarak kabul ettim. Fakat düşündüm ki beş seneden beri bir günahım ve hatam olmaksızın feleğin okundan almış olduğum yara ve zamanın insanlarından görmüş olduğum zulüm ile iradem elden çıkmış, fikir hayatım yıkılmış, perişan bir gönül, dağınık bir düşünce ile gönül ehli tarafından sevilen bir zorlukta ve zevk-i selimi olanların beğeneceği bir eseri ortaya koymayı imkansız gördüm. Neredeyse azmim yıkılacak ve teşebbüsüm neticesiz kalacaktı. Allah’a yalvarmam ile ilahi inayet imdadıma yetişti. Onun yardımına nail olunca bu işi başardım.(2)

Ahi Evren’den yaptığımız bu alıntılar dönemdeki baskıları anlamak için yeterlidir. Böyle durumlarda kalan türkmen ve Ahi isyanlarının ardı arkası kesilmemiş devletin yıkılışına kadar sürüp gitmiştir. Moğolların Anadolu’yu istilası ile Tükmenlerin derdi daha da artmıştır. Celaleddin Karatay’ın ölümünden sonra II.İzzeddin Keykavus ve kardeşi IV. Rukneddin Kılıçarslan taht mücadelesine  tutuştular. Türkmenler ve ahiler İzzeddin’in Mevlana ve çevresi Kılıçarslan’ın yanında yer almıştı. Moğolların desteği ile IV. Rukneddin tahta geçince iktidara karşı direnen Türkmen ve Ahilerin elinde bulunan iş yerleri, tekke, medrese ve vakıf müesseselerinin sahiplerinden alınarak, Mevlana ve yakınlarına verildiğini görüyoruz.

İktidarın bu uygulamaları sırasında Aksaray, Ankara, Kırşehir, Denizli, Karaman, Çankırı ve uç bölgelerde Türkmen ve Ahiler ayaklandılar. Tükmenlerin ileri gelenleri Ahi Evren, Hacı Bektaş, Yunus Emre, Taptuk Emre, Baba İlyas, Baba İshak gibi dönemin önemli kişileridir. Bu kişiler  arasında bir fikir birliği olduğu görülmektedir. Taptuk Emre’nin de Niğde ve Aksaray yöresinde faaliyette olduğunu görüyoruz. Manzum Hacı Bektaş Menakıbnamesinde Taptuk Emre’nin Hacı Bektaş’ın halifesi olduğu ve zaman zaman yanına geldiği anlatılmaktadır.(3)

Zulme uğrayan bu Türkmenleri uç bölgedeki Türkmen beylerle Karaman Oğulları himaye etmekteydi. Başka yörelerde tutunamayan Türkmen ve Ahiler uç bölgelere göçüyorlardı. Aksaray yöresindeki Türkmenlerin de Karaman Oğulları tarafından himaye edildikleri görülmektedir. 14. asrın ortalarından itibaren Aksaray ve Kırşehir bölgesi Karaman Oğulları yönetimine girmiştir. Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre Aksaray’ın Taptuk köyünde mefdundur. Muhtemelen Taptuk Emre o yöredeki isyanlar sırasında öldürülmüş ve malı da müsadere edilmiştir. Yunus Emre tüm bu olayların ortasındadır. Onu da Taptuk Emre’nin yanında Karaman Oğullarının safında görmek icap eder.

Osmanlı kronikleri Taptuk Emre’yi ve Yunus Emre’yi tanımamaktadır. Moğol yanlısı yönetimin Türkmen ve Ahiler üzerindeki şiddetli fikri ve siyasi baskılarından dolayı orta Anadolu’dan pek çok zevat Osmanlı ülkesine göçmüşlerdir. Edebali, Abdal Musa, Geyüklü Baba, Davud-i Kayseri bunlardan bir kaçıdır. Osmanlı tarihçilerinin eserlerinde bunlar hakkında sağlam bilgiler vardır. Yunus Emre gibi Kırşehirli Ahi Evren de Osmanlı ülkesine göçmediği için Osmanlı tarihçileri onu da tanıyamamıştır.

Anadolu’nun İslamlaşmasının mimarı olan ve bu topraklarda derin izler bırakan bu kişilerin devrin devlet yanlısı ve Mevlevi yazarlar tarafından, dinsizlikle, sapıklıkla suçlandıkları görülüyor. Heterodoks İslam kapsamında değerlendiren tarihçiler de çoğunluktadır. Oysa Şah İsmail – Yavuz karşılaşmasından sonra ortaya çıkan Alevilik ile bu şahısların fikirleri arasında hiçbir paralellik yoktur. Ahi Evran itikadda Eşari amelde Şafidir. Ahi Evren Anadolu’daki ilk Şafi ilmihalinin yazarıdır. Fuat Köprülü Hacı Bektaş’ın Makalat’ına baktıktan sonra görüşünü değiştirmiş, Makalata bakarsak Hac-ı Bektaş Sünnidir demiştir. Ahmet Yaşar Ocak’ın Mevlana’yı sünniliğin temsilcisi diğerlerini de heteredoks olarak değerlendiren görüşü bence Mikail Bayram tarafından çürütülmüştür.

Mevlana ve çevresinin Türkmen çevrelere karşı menfi tutumu açıktır. Bu menfi tutumu belirledikten sonra Yunus Emre ve Mevlana arasında bir ilgi ve yakınlık olamayacağı açıktır. Mikail Bayram’ın belirttiğine göre Yunus Emre’nin çağdaşı olan Eflaki Mevlana’nın Anadolu’nun en ücra yerlerindeki bağlılarından bile bahsetmiştir. Buna rağmen onun eserinde Yunus’un adı geçmemektedir. Zaten yaşanan siyasi ve sosyal olaylar ortadadır.

Sonuç

Anadolu Selçuklu devrinde yaşanan mücadeleler, yapılan ittifaklar, bozulan anlaşmalar, hainlikler, tuzaklar ve bunun gibi türlü entrikalar, bugün yaşadığımız problemleri anlayabilmemiz açısından bize eşsiz bir malzeme sunuyor. Bugün hükümet-cemaat kavgasında açıklıkla gördüğümüz bu durumu anlayabilmek için muhafazakarlığın tarih anlayışı bize hiçbir şey vermez. Elbette biz bu büyük şahsiyetlerden bir sınıf savaşı önderi icat etmiyoruz. Sadece tarihimizin en parlak ve lakin aynı zamanda en az bilinen bir döneminin anlaşılmasına çalışıyoruz. Bu küçük ve yetersiz yazı bunun çok uzağındadır.

Tükçe sözlü Türkmen şair Yunus Emre ve diğerleri İslam tarihi bakımından karanlıktan çıkışı ifade ediyor. Kerbela’dan türlü çatışmalardan sonra İslamın hala bir şeçenek olması bu seçeneğin bu topraklarda filizlenmesi bu kişilerin eseridir. Şimdi padişaha laf anlatacak, nasihat edecek böyle insanlara ne çok ihtiyaç var. Evhadün-Din Kirmani’nin Gıyaseddin Keyhüsrev’e hitaben yazdığı bir rubaiden bir bölüm ile bitirelim.

“Kayzer’in ayağının altında yer eskimekteydi. Köşkü gökyüzüne yükselmişti. Ey Keyhüsrev onun yerini almış durumdasın. Söyle o köşk nerede? Kayser ise sanki hiç yaşamadı.”(4)

1. Mikail Bayram, Destursuz Bağdan Üzüm Yiyenler, Kömen yay., Konya 2004, s.96-97

2. age., s.41

3. age., s.99

4. Cogito-YKY, sayı:29, s.66

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir