Lüks Otel Önü İftarlarına dair…

Lüks Otel Önü İftarlarına dair…*

Lüks otel önü iftarlarının hikayesine başlamadan önce Emek ve Adalet platformuna dair kısaca bilgi vermekte fayda var. Emek ve Adalet platformu geçtiğimiz Ocak ayında bir dizi tartışma sonucu, bir amaç ve ilkeler metninin çıkarılmasıyla oluşmuş yeni ve mütevazı bir oluşumdur. Herhangi bir hiyerarşik yapıya ihtiyaç duymadan bugüne kadar gelmiş ve bu durumu sürdürmekte kararlıdır. Kısaca “sermayenin emeği sömürmesinin de bir zulüm olduğu gerçeğini atlamadan her türlü haksızlık ve zulme karşı toplumsal adalet mücadelesine katkı sunmayı amaçlar.” Ülkemizdeki yerleşik siyasal kimliklerde fazlasıyla yapaylık olduğunu düşünen “sağcı” ve “solcu”, “seküler” ve “Müslüman” bir avuç insanın emek ve adalet ortak paydasında bir araya gelmeleri sonucu oluşmuştur. Ocak ayından bu yana platform üyeleri fikri çalışmalar yapmış, sendikalaştıkları için işlerinden atılan Casper bilgisayar işçilerine destek vermeye gayret etmiş ve 17 Nisan 2011’de İstanbul Fatih’te üç yüzü aşkın kişinin katılmış olduğu “Emek ve Adalet Mücadelesi” isimli bir sempozyum gerçekleştirmiştir.

İftarların hikayesine gelecek olursak; Ramazan’dan önceki son toplantımızdı. Bir arkadaşımız toplantının bitimine doğru “Ramazan’daki bu beş yıldızlı iftar sofralarıyla ilgili bir şey yapsak ya, bana çok dokunuyor,” dedi. “Olur mu, olmaz mı, nasıl olur” derken, otellerin önüne gidelim, kendi sade yer soframızı kuralım fikri çıktı. Bu fikri bir süredir belli bir hukukumuz olan Özgür Açılım platformundan arkadaşlarımıza açtık. Onlardan da olumlu tepki alınca birlikte organizasyona giriştik. Fikir basitti, Ramazan boyunca her Cumartesi beş yıldızlı bir otelin önünde herkese açık bir iftar sofrası kuracak, yan yana, paylaşarak, bölüşerek, anladığımız ve bildiğimiz Ramazan’ın ruhunu yaşayarak oruçlarımızı açacaktık. Uygun bir otel ve otel önü mekanını gözümüze kestirdik. Menümüz çorba, pilav, domates gibi herkesin rahatlıkla ulaşabileceği yemeklerden oluşsun ve kapımız herkese açık olsun dedik. İftarımızı yapar, bu şekilde karınca kararınca da olsa sözümüzü söyler, sonra dağılırız derken ilk iftarda beklediğimizin çok üstünde bir katılım ve teveccüh ile karşılaştık. İftara kağıt toplayıcıları, sokakta kalan çocuklar, Afrikalı göçmenler, öğrenci, memur, işçi, esnaf iki yüzden fazla kişi, kimileri de ailecek katıldı. Sanat ve fikir dünyasından tanınmış kişilerin katılımıyla ve medyanın ilgisiyle olay farklı boyutlara ulaştı.

Medyanın ve kamuoyunun yoğun ilgisi ikinci iftarın daha büyük ve daha geniş katılımlı olacağını düşünmemize yol açtı. Mekan olarak Taksim Gezi Parkı’nda üç tane lüks otelin tam ortasında yeralan geniş bir alan belirledik. Hazırlığımızı altı yüz civarı kişinin katılabileceğini düşünerek yapmıştık ki, bin kişiye varan katılım ve daha yoğun bir medya ilgisiyle karşılaştık. İlk iftar kimi televizyon kanallarında salt israfa karşı bir tepki gibi sunulmuştu. Biz de ikinci iftarda sadece tüketim ve israfla değil, üretim sürecindeki haksızlıklarla da bir meselemiz olduğunu vurgulamak için “İşçinden arttırma, dişinden arttır” cümlesini iftar alanında önplana çıkardık. Haliyle katılımcıları belirlemek gibi bir durum söz konusu olmadı. Biz platform olarak izlediğimiz birkaç fikir insanı ablamız, ağabeyimiz ve farklı ezilen kesimlerden dostlarımız dışında kimseyi özel olarak çağırmadık. Emek ve adaletten yana herkese açık bir softa kurduğumuzu ilan etmiş ve iftarımızın özgünlüğünün lüks otellerdeki iftarların kapalılığının aksine, bu açıklıktan kaynaklandığını ifade etmiştik. Çok farklı çevrelerden tanıdık tanımadık, umulduk umulmadık birçok insan davete icabet etti. Bazı medya kuruluşlarının her hususu reyting malzemesine çevirme gayreti ya da varsa kendi hesapları, mesajlarımızın bir miktar gölgelenmesine sebep oldu. Dört beş katılımcının isimleri, geçmişleri ve temsil ettikleri mahallelerine odaklanan bir dizi eleştiri de aldık, benzer isimlerden hareketle fantastik ve kötü niyetli ithamlarla da karşı karşıya kaldık.  Bize “uzak” olanlardan, hiçbir sosyal adalet kaygısına sahip olmayanlardan gelen ithamları garipsemedik, ama yakınlarımızdan gelenlere şaşırdık ve üzüldük. Kimi riskler barındırsa da “açıklık” kaygımızın hayatiyetinin anlaşılmasını beklerdik.

Nihayetinde üçüncü bir iftarla bu süreci bitirmeye karar verdik. Bu son iftarı acemiliğimizden bir miktar kurtulmuş olarak, kendimizce daha sağlıklı, mesajımızı daha net bir şekilde ortaya koyarak gerçekleştirdik. Niyetimizi güzel ifade ettiğine inandığımız bir cümleyi ön plana çıkardık: “Dünya nimetlerini parselleyenlere inat, yeryüzü sofrasını açmaya geldik” dedik. Merkez medyada fazla yer almasa da, o akşam iftara katılanlardan aldığımız geri bildirimlerle de doğruladığımız üzere, daha derli toplu bir organizasyonu kotarmış olduk.

Niyetimizi hatırlatmak için son iftarda katılımcılarla paylaştığımız metne kulak verecek olursak:

“Türkiye’nin yaklaşık üçte biri yoksulluk sınırının altında yaşıyorken, bu ülkede asgari ücret, pahalı iftar sofralarında birkaç kişilik bir yemeğe karşılık geliyor. Ramazan çadırlarının yoksulluğu yeniden üreten kültürel etkinliklere dönüşmesini istemiyoruz. Çağrımız yalnızca Ramazan’daki israfı kapsamıyor. Çağrımız yalnızca ‘israf’ı da kapsamıyor. İnsanın ‘insan’ olarak itibarını alaşağı eden bu üretim ve tüketim ilişkilerine hiçbir şekilde tahammül göstermeyen bir ses yükseltmek istiyoruz. Ramazanın eylem ayı, otel önlerinin de mekan olarak seçilmesinin sebebi açıktı: Herkesin az çok duyarlılık gösterdiği bir aralığı, hayatın tüm zaman ve mekanlarına teşmil olacak bir tavra dönüştürmek mümkün olabilirdi. Ramazan, adil bir yaşam için ortaya konacak en güzel niyetlerin, ideallerin, arzuların, hareketlenmelerin sembolik bir çıkış noktasına, kişisel ve toplumsal dirilişimiz için bir cansuyuna dönüşebilirdi.”

Mesajımızı duyurma niyetimizin büyük oranda hasıl olduğunu düşünüyoruz. Lüks iftar sofraları kamuoyunca epey tartışılmış ve eleştirilmiş oldu. Üç hafta boyunca iftara katılanlara, katılamasalar da gönülleriyle destek olanlara teşekkürü borç biliyoruz. Bir hissiyata tercüman olduğumuzu gördük. Öte yandan kendimizi söz konusu hissiyatın öncüsü ya da örgütleyicisi olarak görmüyoruz. Bu iftarlar daha ilk haftadan itibaren bizim iftarımız olmaktan çıktı, gelenlerin, destekleyenlerin kendi renklerini verdiği bir söz haline geldi, farklı şehirlerde benzer organizasyonlar yapıldı. Sosyal adaletin bir ihtiyaç ve göründüğünden daha yaygın bir talep olduğuna inanıyoruz. Bu hissiyatın gün yüzüne çıkması yolunda bir katkımız olsun diye elimizden geldiğince gayret sarf etmeye, fikri ve eylemsel benzer işler yapmaya devam edeceğiz. Mazluma dini ve milletini sormadığımız gibi, mezalime dur diyenin de itikadına değil ameline bakmayı sürdüreceğiz. Gönüldaşlarımızın katılım, destek, öneri ve eleştirileri başımızın tacıdır ve hep öyle olacaktır. Çok iyi biliyoruz ki akıl akıldan üstündür. Platformumuz amaç ve ilkelerimizi idrak ve amelle kabul eden herkese açıktır.

İftarların bir diğer başarısı platformumuzun özgünlüğü olan Türkiye’deki yerleşik siyasal kimliklerin dışına çıkma çabasının fark edilmesi ve kısa süreli de olsa bir gündem oluşturmasıydı. Platform olarak hiçbir zaman “Müslüman sol” ya da “sosyalist İslam” gibi eğreti ve eklektik kavramlar kullanmadık ve kullanmayacağız. Emek ve Adalet ne sadece sol, ne sadece sağ, ne sadece seküler, ne sadece Müslüman bir zemin olacaktır. Ne olduğumuzu eylem ve sözlerimizle el yordamıyla ortaya koymaya çalışacağız, çünkü hazır bir paketin savunuculuğunu yapmaya değil, Türkiye’de bir türlü vücut bulamadığını düşündüğümüz kapsayıcı sosyal adaletçi bir söylemin yolunu açmaya çalışacağız. Muhakkak hatalar da yapacak, savrulmalar da yaşayacağız, ama farklı toplumsal kimlikleri yok sayarak değil içererek ve ortak hedeflerde bir araya getirerek aşabilen bir sosyal adaletçi söylemin inşasının elzem ve gayret sarf etmeye değer olduğuna inanıyoruz.

Son olarak, bu süreçte öğrendiklerimizi paylaşmak istiyoruz. Biz bu iftarlar sayesinde küçük bir fikrin bazen büyük yankı yaratabileceği gerçekten gördük. Kesinlikle ilginç ve hatta biraz da tuhaf bir deneyim oldu bizler için. İkincisi sadece karşı çıkmak değil, karşı çıktığına alternatif küçük de olsa bir edim, bir yaratım ortaya koymanın ne kadar farklı bir deneyim, heyecan ve etki yarattığı gördük. İftar soframızın kendisi, oradaki paylaşımcı ortam böyle bir şeydi ve zannedersek biraz da bu yüzden bu kadar etki yarattı. Ayrıca bin kişiyi sade bir sofrayla doyuracak bir organizasyonun hiyerarşi ve çok para olmadan da kotarılabileceğini öğrendik.

Emek ve Adalet platformu mütevazı bir oluşumdu ve iftarlar sayesinde oluşan medya ilgisi söndükten sonra yine sessiz bir şekilde yoluna devam edecek. Platform faaliyetlerinden haberdar olmak için web sayfamız (www.emekveadalet.org), twitter hesabımız (http://twitter.com/#!/Emek_Adalet) ve  facebook sayfamızı  (http://www.facebook.com/pages/Emek-ve-Adalet-Platformu) izleyebilirsiniz.

Emek ve Adalet Platformu

* Yazının kısaltılmış bir versiyonu Radikal 2’de yayınlanmıştır.

Link: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1062386&Date=06.09.2011&CategoryID=42

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir