“Gezi Direnişi Sürdüğü Esnada Torba Yasa”

Sitede daha önce çeşitli vesilelerle görünür kılmaya çalıştığımız bir mesele de hükümetin siyaset anlayışının önemli bir parçası olan ya da daha doğrusu devletleşen aklın vazgeçilmez bir vasfı haline gelen iş yapma tarzına dikkat çekmekti. Ne zaman ki ülkede gündem bir olay üzerine yoğunlaşırsa, henüz insanlar kafalarını kaldırıp başka yere bakmaya fırsat bulamadan, parlamento bambaşka bir meseleyi kimsenin ruhu duymadan halledip geçiyor. Bu siyasetin en somut araçları ise çok sık bir şekilde uygulamaya konulan torba yasalar ve kararnameler. Torba yasaların pek çoğunu ancak gündelik hayatta karşımıza bir duvar olarak çıktıklarında fark edebiliyoruz. Bu minvaldeki önemli bir örnek Gezi Parkı olaylarının en yoğun olduğu dönemde meclisten geçen torba yasadaki sağlık politikalarına dair yeni düzenlemelerdi.

Bizim de bu konudan haberdar olmamızı sağlayan Osman Özarslan imzası ile Bianet sitesinde yayınlanan yazı oldu. Özarslan torba yasada yapılan değişikliklerle; Türkiye’de organ naklinin önünün nasıl açıldığını ve bu şekilde kayıt dışı alanların nasıl devletin kontrolündeki global pazarlar haline geldiğini gösteriyor. İşin garibi şu ki; Cihan Tuğal’ın da belirttiği gibi bir boyutuyla da her şeyin alınıp-satılır hele getirilmesine yani metalaşmaya karşı gelişen bir toplumsal hareket olan Gezi Parkı olaylarının tam da ortasında insan bedenlerinin dahi metalaşmaya açılması tehlikesiyle karşı karşıyayız. En az bunun kadar ilginç olan ise böyle bir durumun fiiliyata geçmesi halinde, bunun müsebbibin kürtaja karşı çıkan bir hükümet olacak olmasıdır sanırım.

Bu arada Gezi olayları ile Brezilya’daki halk ayaklanmaları arasında komplo vari bağlantılar kurmak isteyen medya kuruluşları için iyi haber; Türkiye, İran ve Brezilya’nın ardından dünyada organ ticaretinin yasal olduğu üçüncü ülke olma yolunda. Hem dünyada organ ticareti piyasasının az bilinen bir mesele olması hem de Türkiye’deki bunca hengame içinde henüz fark edemesek de bizi bekleyen yeni problemler konusunda ışık tutması hasebiyle Osman Özarslan’ın kıymetli yazısını dikkatinize sunuyoruz.

OSMAN ÖZARSLAN

29.06.2013/Bianet

Bayan Sitsheshe’nin oğlu, 90’lı yılların sonunda, Cape Town’da, çeteler arasındaki bir çatışmada ağır yaralanır. Bu durum, polis ve hastane yetkilileri tarafından, Bayan Sitsheshe’ye bildirilir.

Hastaneye vardığında oğlu, göğsünden aldığı bir kurşun yarası nedeniyle ölüme yakın bir koma halinde, son anlarını yaşamaktadır. Bayan Sitsheshe, oğlunun son anlarında başında olmak ister, ama hastane yetkilileri, polis zoruyla onu eve gönderirler. Bu, onun oğlunu son görüşü olur. Ertesi gün hastane yetkilileri, oğlu Andrew’un öldüğünü ama cesedin henüz teşhis ve teslim için hazır olmadığını söylerler. İki gün sonra yeniden aranan Bayan Sitsheshe’ye, oğlunun cesedinin Cape Town’daki Salt River hastanesinin morgunda olduğu ve cesedi oradan alabileceği söylenir. Bayan Sitsheshe, hastaneye gittiğinde tam anlamıyla şok olur. Teşhis için cesedi müşahede ettiğinde, oğlunun iki şakağında iki delik görür, ayrıca iç organları ve gözleri de yoktur. Elbette ki kıyamet kopar ama hastane yetkilileri, Bayan Sitsheshe’yi hastaneden kovarlar. Bunun üzerine Bayan Sitsheshe, Afrika Ulusal Kongresi’ne şikayette bulunur ve kendisine sağlanan bir doktor yardımıyla yeniden hastaneye gider. Bu durumda hastane yetkilileri, Andrew’e ait olup olmadığı belli olmayan iç organlarını, alelacele oğlanın karın boşluğuna yerleştirirler. Gözlerle ilgili açıklama ise şu şekilde olur: Andrew’un gözleri, kornealarını ‘iki şanslı ve zengin hasta’ya nakil etmek için alınmıştır ve hastaneye bağlı organ bankası her ihtimale karşı, gözün korneadan arta kalan kısımlarını bir dondurucuda saklamaktadır ve hiçbir şekilde bunları anneye vermesi söz konusu değildir. [1]

Bayan Sitsheshe ve oğlu Andrew’un başına gelenler istisnai değil, bilakis, zengin-fakir, Doğu-Batı, Kuzey-Güney, Siyah-Beyaz, Kadın-Erkek[2] arasındaki eşitsizliğin ve adaletsizliğin (Comarrofların deyimiyle) Milenyal Kapitalizm[3] çağındaki en ilginç semptomlardan birisi olan modern vampirliğin orijinal bir biçimi ve bu semptom sanıldığından daha yaygın.

Kurtlar Vadisi Irak ve Av Mevsimi benzeri filmler ile Behzat Ç. ve Arka Sokaklar gibi dizilerde henüz bir arka plan olarak görünen organ kaçakçılığı ve organ nakli meseleleri,  fısıltı gazetesinin, bütün dünyadaki muadilleri gibi yabana atılmayacak bir gerçeklik payını da barındıran, abartılı dehşet öyküleriyle (insanların içini bir trafik lambasından diğerine varana kadar boşaltan ve kalıntıyı ilk çöp kutusuna atıp geçen karanlık araçlar vb.) memleket gündemine hızlı bir giriş yaptı. Gelinen noktada, AKP son düzenlemesiyle, organ nakli ve kaçakçılığına da kendi tarz-ı siyasetine yakışacak bir düzenlemeye imza atmak üzere.

Bütün Türkiye, Gezi Parkı üzerinden başlayıp, neredeyse bütün Türkiye kentlerini saran; AKP karşıtlığı üzerinden başlayıp, bütün bir rejimi sarsan isyanın seyrine ve akıbetine konsantre olmuşken, AKP eliti, bir memleket meselesi olarak değil ama ticari bir iştirak olarak yakınen ilgilendiği sağlık sektöründe önemli değişiklikler hazırladı. Torba Yasa furyasının Haziran 2013 dilimi kapsamında yapılan bu değişiklikler temelde sağlık sektörüyle ilgili bir kısım düzenlemeyi içermekte. Düzenlemenin gündemindeki üç temel başlık şu şekilde özetlenebilir ‘1- Doktorların, mesai saatleri dışında, özel hastanelerde de iş yapabilmeleri, 2- Gemi hastaneler kurulması, 3- Kornea naklinin yasal bir çerçeveye kavuşturulması.’

Torba Yasa aracılığıyla Sağlık Bakanlığı’nın seçimler öncesi süreçte, doktorlarla arayı düzeltmek için doktorların durumunda bir kısım ‘iyileştirmelere’ gitmesi anlaşılır. Fakat ya gemi hastane ve kornea nakli nedir?

Akşam Gazetesi, konuyla ilgili yapmış olduğu haberde, hükümetin gemi hastaneye ihtiyaç duymasını, gemi hastanelerin savaş ve afet durumlarında daha sağlıklı, korunaklı ve ‘sivil’ bir alan olması üzerinden ele alıyor. [4]

Aslında, gemi hastaneler meselesi, kornea naklinin neredeyse ‘sınırsız’ olarak devlet kontrolüne verilmesi üzerinden daha net bir şekilde anlaşılabiliyor.

Şöyle ki:

AKP, Türkiye’nin aynı zamanda en büyük esnaf ve ticaret organizasyonlarından birisi olarak, en büyük yeteneklerinden birisi, yeni kayıt dışı ve kayıt altı alanlarını büyük bir maharetle icat etmesi ve her icadı da kendi periferisindeki siyasi-ticari elit lehine, büyük bir vurgun kapısı haline getirebilmesi. Sahiller, depremler, yollar, maden kazaları, iş kazaları, dereler, salgınlar ve hatta yol kenarlarının otopark haline getirilmesi AKP’nin icat ettiği ilk akla gelen rantiye alanları.

Bu Torba Yasa’yla öyle görünüyor ki, AKP bir başka kayıt dışı alanını daha kayıt altına alarak, rantiyeye dönüştürmek üzere.

Meselenin ahlaki, dinsel, toplumsal ve etik boyutlarını bir kenara bırakırsak (Ki 11 yıllık AKP icraatı, bu konuda ne kadar sağlam bir mideye sahip olduğunu bize ispatladı), organ nakli ve kaçakçılığı eğer kayıt altına alınabilinirse, AKP ‘tıp turizminde’de Türkiye’yi global pazarda yeni bir ekonomik düzeye taşıyacak. Zira Brezilya (Türkiye’nin hazırlamaya çalıştığı yasa aslında Brezilya modeli, sonra geleceğiz) ve İran’ı saymazsak, bütün dünyada organ alış-satışı illegal. İllegal olmasına rağmen, bekleme listelerinde çürümek istemeyen zenginler, bu alanda büyük bir yer altı sektörü yaratmış durumdalar, öyle ki organ alanlar, organ satanlar, onlara aracılık eden brokerlar ve hatta bu işin borsası, organ nakli teknolojisinin geldiği düzeye göre tıkır tıkır işlemeye devam ediyor. National Geographic’in, bu konuda hazırlamış olduğu bir belgesel’e göre, illegal bir böbrek nakli yaklaşık olarak 70.000 dolar civarında, kalp nakli ise 450.000 dolar civarında alıcı buluyor. Organın bulunabilirliğine göre fiyatlar değişiyor ve ortalama organ nakli ücreti 150.000 dolar olarak hesaplanıyor. Fakat toplumsal bilinçlenme çabalarına rağmen, organ bağışı halen, talep düzeyinin oldukça altında ve dahası, bağışlanan organların sadece çok düşük bir kısmı yeni alıcılara nakletmeye uygun oluyor… Dolayısıyla, pazarın bu kadar pahalı olmasının sebebi, talebin gene bir başka canlı beden tarafından karşılanacak olması. İşte, organ korsanlığı, organ turizmi, organ mafyası, organ brokerları, organ borsası gibi kurumlar tam da bu noktada devreye giriyor.

Alıcıların genelde 1. Dünyalı, zengin, beyaz ve erkek; satıcıların ise üçüncü dünyalı, siyah-kahverengi, yoksul kadın-erkekler olduğunu tahmin etmek güç değil[5]. Organ mafyasının en kolay ‘bağışçı’ bulduğu yerlerin başında Hindistan’ın felaketzede kampları ve Filistin’in toplama kampları geliyor. Schepher-Hues’a göre, Hindistan’da yılda ortalama 4.000 civarında böbrek satılıyor ve bu işlem alıcılara, anahtar teslimi 100.000 dolar civarında bir rakama patlarken, bu rakamın yalnızca 700 dolar kadarı donörlere ulaşıyor, geriye kalan ise brokerlar, hastane, doktorlar, seyahat acenteleri, oteller ve diğer aracılar arasında paylaşılıyor. National Geographic’in bahsettiğimiz belgeseline bakılırsa, bir başka önemli organ sağlayıcı ülke Çin. Burada yılda yaklaşık 2000 civarında karaciğer nakli gerçekleşiyor ve organ mafyası devletin idam mangalarıyla işbirliği halinde, yılda yasal olarak idam edilen yaklaşık 10.000 kişinin bedenini organ rezervi olarak kullanıyor.

Türkiye’de, global organ borsasının önemli ayaklarından birisi. Özellikle İsrailli hastalar, Türkiye’de ya organ buluyorlar, ya da başka bir ülkede bulunan organı burada kendilerine naklettiriyorlar.[6] Seks işçiliği için gelen ex-sovyetikler, Balkan ülkelerinin işçiliğe gelmiş yoksul insanları, Afrikalı göçmenler, toplumun en alt katmanındaki yoksul Kürtler ve Türkler, Türkiye’deki organ mafyasının doğal rezervleri gibi. Hatta, Scheper-Hughes’un aktardığına göre, kimi durumlarda, özellikle seks işçilerinin ve Afrikalı göçmenlerin böbrekleri bıçak ve silah zoruyla, hiçbir ödeme yapılmadan gaspediliyor. [7]

Şimdi Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu kornea nakline bu verilerin ışığında bakabiliriz. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, Türkiye’nin hazırlamış olduğu yasanın, Brezilya’daki uygulanış biçimine ‘presumed consent’ deniliyor. Yani “varsayılmış-farzedilmiş müsaade”. Kanunun emrettiği biçimiyle işler yürürse, yakın bir zamanda, eğer birey ölmeden önce, organlarına dokunulmaması yönünde özel bir talepte bulunmamışsa, devlet,  otomatik olarak, bireyin organlarını (şimdilik korneasını) devletin tasarrufuna sunmuş olduğunu farz edecek.

Burada, Agamben’in post-modern devletin, modern devletten farklı olarak yalnızca yaşama ve yaşayanlara değil, aynı zamanda ölülere ve ölüme de hükmetme yetkisine haiz bir örgütlenme olduğu vurgusunu akılda tutarak, AKP’nin sağlık politikaları sayesinde hastaneler ile salhanelerin, organlar ile sakadatın arasındaki farkın daha da flulaşacağını tahmin etmek güç değil. Bu flulaşmaya koşut olarak, Torba Yasada kornea nakli ile gemi hastanelerin isimlerinin neden yan yana zikredildiği hakkında bir spekülasyonda bulunmakta bir mahsur olmasa gerek. Karaların kanunları, yaptırımları müzakereye, içtihatlara ve kanaate dayalı esnemelere açık olsa da en azından teorik olarak belirlenmiş sınırlar var. Fakat Mavi Marmara ve Suriye tarafından düşürülen Türk Jeti olaylarında da görüldüğü üzere, karasularının kanunları, tıpkı suların kendisi gibi akışkan ve flu…

AKP elitinin de dumanlı havaları ve karambolde gol atmayı sevdiği düşünülürse, bağışlandığı farz edilen organların, gemi hastanelerde yarı-legal, yarı-illegal bir şekilde, kıta sahanlığının ötesinde uluslararası karasularda, global tıp turizminin tasarrufuna sunulacağını varsaymak çok da komplo teorisi olmasa gerek.

Özetle söylemek gerekirse, şimdi gözümüzü açmazsak, tıpkı Bayan Sitsheshe’nin oğlu Andrew gibi sonsuz uykuya gözlerimiz açık gitmek, her zamankinden biraz daha muhtemel görünüyor. Öyle görünüyor ki, AKP eliti, yoksulların son umudu olan sonsuz uykunun huzuruna da göz dikmiş durumda. (OÖ/HK)

* Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji, Yüksek Lisans

[1] Scheper-Hughes, Nancy; (2002) “Commodity Fetishism in Organs Trafficking”Commodifying Bodies (içinde), Ed. Scheper-Hughes, Wacquant (London, Sage Publish) Syf. 39

[2]  Scheper-Hughes, Nancy; Rotten Trade: “Millennial Capitalism, Human Values and Global Justice in Organs Trafficking”, Journal of Human Rights , VOL . 2,NO. 2 (JUNE2003), 197–226

[3] Comaroff, J, and Comaroff, J. (eds) (2001) “Millennial Capitalism and the Culture of Neoliberalism” (Durham, NC: Duke University Press).

[4] Akşam Gazetesi, “Kornea Nakline Sınırsız İzin”, 22 Haziran 2013 Cumartesi, 1.ve 10.Sayfalarda

[5] Scheper-Hughes, Nancy; Rotten Trade: “Millennial Capitalism, Human Values and Global Justice in Organs Trafficking”, Journal of Human Rights , VOL . 2,NO. 2 (JUNE2003), 197–226

[6] Scheper-Hughes, Nancy; (2002) “Commodity Fetishism in Organs Trafficking”Commodifying Bodies (içinde), Ed. Scheper-Hughes, Wacquant (London, Sage Publish) Syf. 41

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir