Gezi Devrimi

“Dans edemediğim bir devrim, devrim değildir”

Emma Goldmann

“Bir devrimin görünür amaçları ne kadar sınırlı olursa olsun, ebedi Düzen’in duvarlarında açtığı çatlaklardan cennetin ışığı süzülmelidir.”

Eric Hobsbawn

2011’de Arap coğrafyasında ve Şili’de başlayan gençlerin öncülüğündeki halk ayaklanmalarında gençlerin ve sosyal dışlanmaya maruz kalmış herkesin taleplerini, tepkilerini ve olayın etkilerini hiçbir “örgütsel” yapı hala tam olarak anlayamadı ve hazmedemedi. Aynı şekilde İhvan iktidarına karşı başlayan ve sonrasında askeri darbe ile neticelenen Tahrir Ayaklanması da 2011 Tahrir’inde “Allah, Ekmek, Özgürlük” diyen mahallenin bıçkın, örgütsüz delikanlılarının Mursi tarafından anlaşılmamasından kaynaklanıyordu. Sokaklar ve “örgütsüzler” bir kere tadına ve farkına varmış oldukları etki güçlerini, sürekli ve sürekli olarak meydanlara akıtabilme enerjisini kazandılar. Şu durumda konumuz Gezi ve Tahrir/Adeviye karşılaştırması olmadığından, bu son örnekteki ABD’nin/Batı’nın darbe desteğini ve İhvan iktidarının “beceriksiz”liğini ayrıca incelemek gerekir.

Bunun yanı sıra yaşadıklarımızın liberal politikalar ile birlikte sürekli derinleşen metalaştırma etkisine dair oldukça güzel yazılar yazıldı. Cihan Tuğal’ın t24.com adresinde konuyu derinlemesine incelemeye çalışan yazılarını bu anlamda önerebilirim. Sosyal sermayenin bile metalaşarak kariyerist bir karaktere bürünmesi ve bunun yarattığı rahatsızlıkların, dayanışmanın, çıkardışılığın, diğergamlığın düzen tarafından sistemli tasfiyesine “hayır” demenin özellikle yaşadıklarımızın açıklanmasında önemli bir yerde durduğunu söyleyebiliriz. Ancak ben yaşadıklarımız içinde dikkatten kaçtığını düşündüğüm noktalara değinmek istiyorum.

30 yaşındayım, ortaokul yıllarından beri örgütlü İslamcı grupların içindeyim. Bu örgütlü iş yapma haline 2005 yılında neden olduğunu bilmediğim şeylerden dolayı rahatsızlık duymaya başlamıştım. Uzun süredir klasik anlamda örgüt mantığıyla çalışan hiyerarşik yapılardan uzak durmaya çalışıyorum. Bunların içinde resmen üyesi olduğum ve politikalarını büyük oranda desteklediğim Mazlumder bile var. Sonrasında özellikle 2010 yılına yaklaşırken gençlik yapılanmaları açısında ciddi bir patlama yaşandığına şahit olduk. Kendi aramızda arkadaşlarla özellikle eskiden “fanzin afakiliği” denilerek küçük görülen bu grupların etki alanlarını günden güne arttırdıklarını ve özgün işler yapmaya başladıklarına şahit olduk. Sebepleri üzerine kafa yoruyorduk baya ancak bu kadar güçlü bir dip dalga olduğunun farkına 31 Mayıs günü vardık. Şimdi gelelim Gezi tecrübesine.

Gezi tecrübesi için çok fazla isimlendirme yapılabilir ancak bence 31 Mayıs gecesi gençlerin ve özellikle kadınların inatla ve ısrarla saatlerce süren mücadele sonucunda barikatları delerek parkı geri almaları, bir devrimin başlangıcıdır. Devrim, bence hiç beklenmedik bir zamanda ve kendisinden hiç beklenmeyecek etkilerin vuku bulduğu küçük kıvılcımlarla başlayan ve sonra bambaşka bir paradigmanın hayat bulmasını sağlayan köklü değişim olaylarına verilen addır. Gezi parkı tecrübesi sadece sosyolojinin kavramlarını değil politik hayatın işleyişinin baştan sona değişmeye tabi tutmayı dayatan bir sürecinin başlangıcıdır. Gençler ve forumlardaki tartışmalar bu baskılamayı ve alternatif dili sağlamaya çalışmaya devam etmektedir. Daha önce hiç konuşulmamış birçok şey ile yüzleşilmeye başlanmıştır ve katılımcılık, meselenin merkezinde durmaya devam etmektedir. Bu durum, bu coğrafyanın siyaset algılamasında çok yeni olan bir şey olup kanaatimce dünya ortalamasının üstünde bir tecrübeye işaret eder.

Değişim öncelikli olarak kendisini kimlik siyasetinin tasfiyesi ile gösterecektir. Kimlik siyasetinin ikamesinin ne olacağını tam olarak söyleyemeyiz şimdiden ancak sadece bu durum bile mevcut siyasi kliklerin tasfiyesi sürecinin başladığını göstermesi açısından manidardır. Yaşadıklarımız, mevcut bayraklı, flamalı tüm siyasi oluşumların özenle takip etmesi gereken bir şey olarak göz önünde duruyor. Sonraki süreçte ya bayraklarını ve kimliksel söylemlerini bırakacaklar ya da tarihe karışacaklar. Ancak nafile bir çaba örneği olarak bu irili ufaklı örgütler, hali hazırda vuku bulanın yarattığı rüzgarı arkalarına almak için muazzam bir gayret içindeler.

Gelecek olan üzerine birçok şey söylenebilir. En basitinden kadın hareketlerinin baskın durumu ağırlık kazanacak. Ayrıca toplumdaki ekolojik duyarlılık, ki kadınların domine ediciliği ile paralel bir durum ve daha da artacak. Şu durumda temennim bütün bunlar olurken emek sömürüsüne dönük politikaları zayıflatan bir muhalefete kanalize olunmamasıdır. Hali hazırda tahakkümü devam eden sistemin en çok baskıladığı yer emekçilerdir. Kuvvetle muhtemeldir ki bu forumlar süreci, OWS sürecinde olduğu gibi çevreci ve dayanışmacı karaktere evrilecektir. Kadınların bu durumda aldıkları/alacakları tavrın esas belirleyici olacağını ayrıca belirtmek gerekir.

Türkiye’deki siyaset malum sosyal dışlanmaların yarattığı zıtlıklar ve gerilimler üzerinden süre gidiyor. Gezi sürecinin imkân tanıdığı çatlakların en önemlilerinden bir tanesi bu siyaset algılamasının anlamsızlığına dair katkısıdır. Kitlesel olarak ciddi bir kesim bu algıyı kırmak gerektiğini haykırdılar. Gezi sürecinin devrimci karakterinin en temel özelliklerinde birisi olan bu duruma rağmen bunun ne ölçüde başarılı olabileceğini tartışmak gerekir. Bu anlamda rahatlıkla meselenin gerilimleri azaltıcılığının hala etkili olamadığını görmek için Kazlıçeşme’ye gitmek yeterlidir. Türkiye tarihinin en mağdurları, asgari ücretle geçinmek zorunda kalan “kara Türkler”, “alt tabaka” Pazar tatilini harcayarak Kazlıçeşme’ye akın ettiler. Bazı çok önemli sebeplerden dolayı destekledikleri siyasi parti için yaptılar bunu. Kazlıçeşme’de Gezi direnişine katılanların eğitim durumlarının oldukça altında bir ortalama hakimdi ve “kara Türkler”’in mağduriyetini ve mustazaflığını gösteren hayli veriye rağmen bu insanlar Gezi direnişçilerinin “Hüloğ”lu aşağılamalarına maruz kalmaya devam ediyorlar. İlginç şekilde “Gezi Ruhu” demekten dilleri dudakları kuruyacak olan insanlar “Hüloğ”lu cümlelerin ayıplığını göremiyorlar. Gezi bize %99’un sesi olabilecek bir nefes ve dinamizm kattığı ölçüde anlamlı bir yere oturur. Ancak hali hazırda kendi sosyal dışlanmışlıklarından başka bir dışlanmışlık göremiyor ve kuşatıcılıktan hayli uzak pozisyonda seyretmeye devam ediyorlar maalesef.

Politik dil kurgularken, kuşatıcılık ve kapsayıcılık en önemli parametredir. Ortak hareket etme ve üste çıkma hesabına imkân tanımayan bir şeffaflık gerekir. Sadece, dindar çevreler içinde meşruiyet oranı çok çok az olan; Antikapitalist Müslümanlar, Devrimci Müslümanlar ve İhsan Eliaçık desteği ile dindarlar nezdinde meşruiyet zemininin kurulduğunu sanmak politik olarak sığ bir duruma işaret eder. Her ne kadar kimlik siyasetinden uzaklaşma gayreti olarak değerlendirilebilse de temsiliyet bağlamında anlamlı bir yere oturmamaktadır. Maalesef Gezi direnişçileri hala büyük oranda bu açmazdan kurtulabilmiş değiller. Bu eleştirim sadece şu ana kadar görebildiğim genel hava üzerine yapıyorum. Umarım ciddi değişiklikler olur. Ancak özellikle Kemalist/sol/alevi çevrelerden gelen gençlerin bu anlamda sorgulama sürecine girmediklerini söylemek, toptan haksızlık etmek olur. Elbette ki bu anlamda bir sorgulama süreci başlamıştır ve devam edecektir.

Bunun yanı sıra Gezi direnişinde ön saflarda olan ve direnişin renginin en başat unsuru olan kadınların, forumlarda ve Gezi sonrasındaki süreçlerde baskınlıklarının azaldığını görmekteyiz. Forumlarda yapılan konuşmalar büyük oranda erkeklerin ağırlığıyla yapılmakta. Bu durum Gezi’nin devrimci taraflarından birisi olan politika alanında kadın eksikliğinin giderilmesi noktasından geriye doğru bir gidişe işaret ediyor. Aynı şey gençlerin söz almalarındaki düşük yoğunluk için de söylenebilir. Bilgi Ünivesitesi’nin yaptığı ankete göre eylemin ilk günlerinde ki katılımcıların %67’si 30 yaşın altında iken forumlarda “eski tüfek solcular”ın çokça söz alması Gezi’nin devrimci dinamiğine çok bir zarar vermeyecekse de yaratacağı etkinin zayıflamasına neden olan bir durum.

Gezi Devrimi’nin, bazı olumlu veya olumsuz pek değinilmediğini düşündüğüm taraflarını yazmaya çalıştım ve inancım odur ki, gençlerin ve kadınların öğreticiliği ve devrimci dinamizmleri bize yol göstermeye devam edecek.

3 Responses

  1. mfadiyaman dedi ki:

    İlginç yorumlar, kavramlar ve yaftalar… Ne istediğini bilen Kara türk olmayı ne istediğini ve ne olduğunu bilmeyen Aydın Devrimci olmaya tercih ederim şahsen.Bedricim bence kafan ciddi anlamda karışmış. Gezi parkı eylemlerinin gerçek sahibinin senin ve senin gibi düşünen müslümanların olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun. Gezi parkı eşrafı seni ve beni bir an sendelemiş görse emin ol daha düşmeden havada parçalar. Allah fırsat vermesin, Allah selamet versin.

  2. bedri dedi ki:

    Kafa karışıklığı konusunda haklı olabilirsin. yıllardır etrafımda kafamın karışık olduğunu söyleyen arkadaşlar var. sonra 180 derece başka şeylere meylettiklerine şahidim. Ama geçişleri yargılanamayacak kadar profesyönel oldu. Nedense netlikleriye meşhur arkadaşlardı bu arkadaşlar 🙂 Kafa karşıklığı iyidir. Haram lokmadan korur. 😉

    Gezi konusunda evet sahibi benim ve yine bana dönecek. Kullanabilecek olanlar kullansın zaten. Helali hoş olsun ama dikkat etsinler ellerinde patlamasın sonra 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir